“Öldü. Ölmüş. Aramızdan ayrıldı. Sizlere ömür. Onu kaybettik. Acı kaybımız. Dilin alışkanlıkları karşısında rahatına düşmüş zihnin kanaatkâr suskunluğu.” Ne de güzel ifade ediyor, “Afife Abla’nın İncileri” adlı öyküsünde Ramazan Dikmen malum son karşısındaki teslimiyetimizi. Biz bu sefer aksini yapalım, ölümün ardından zihnimizde beliren basmakalıp kelimeler yerine daha farklı cümleler kuralım ve yâd edelim. 1997 yılında aramızdan ayrılan Ramazan Dikmen’i ölümün buruk tadıyla değil varlığının şu dünyada bıraktığı hoşluğuyla, Dursunbey için güzel anlamıyla elimizden geldiğince anlatmaya çalışalım.
Yarım kalan ve en verimli çağında son bulan bir ömrün ardından biraz hayıflanacağız, üzüleceğiz ama hikâyenin sonu yine bildik olacak. Dursunbey’in Karyağmaz köyünden, içimizden çıkıp kısacık ömründe, şu fani dünyada büyük izler bırakan Ramazan Dikmen ile sonuna kadar gururlanacağız.
Son dediğimize de bakmayın, dil alışkanlığı. Vefatının üzerinden geçen zaman belki zihinlerde kalanları silikleştiriyor. Artık kimse Ramazan Dikmen’i karmaşaya aldırmadan bir köşe başında kitabına dalarken görmüyor. İnandığı değerleri savunurken sakin birinin nasıl ateşli bir ruh haline büründüğünü kimse bilmiyor. Bildiğimiz, ömrünce biriktirdiği ve eserlerinde nakış nakış işlediği hüzünlü varlığının yazıya dökülmüş, insan ömrüyle sınırlandırılmayacak hali.
1974 yılında Akşam gazetesinin okuyucu köşesindeki “Sizden Gelenler” bölümünde ilk yazısı yayımlandığında bambaşka bir dünyanın kapıları açılmıştı Ramazan Dikmen’e. Yazısını gazetede gördüğünde dünyalar onun olmuştu. Defalarca okudu, durdu tekrar okudu. Öylesine eşsiz bir andı ki yaşadıklarının tatlı bir rüya olmasından korkup aynı yurtta kaldığı Dursunbey’den arkadaşı Mehmet Ruhi Yılmaz’a da heyecanla iki üç kez okuttu. Olmuştu işte, kuş uçmaz kervan geçmez Karyağmaz’dan gelen bir genç koskoca İstanbul’a meydan okuyordu.
Onun yazar olma yolundaki serüveni kendisini tanıyanlar için çok şaşırtıcı bir durum değildi. Okumaya karşı öylesine bir iştahı vardı ki, bugün bile Ramazan Dikmen kalın çerçeveli gözlükleri ve elinden eksik olmayan kitaplarıyla hatırlanır. İstanbul İmam Hatip Lisesinde eğitim görürken sekiz yüz öğrenci ile birlikte kaldığı İbnülemin Mahmut Kemal İnal Yurdu’nda, yemek ziliyle oluşan insan seline kitabıyla kendini atıyor, yemekhaneye kadar akıntıya karşı gelmeden huzur içinde kitabını okumaya devam ediyordu. Yemek esnasında ise tabağa doğru yapılan, dikkatini dağıtan içgüdüsel hamlelerden sonra tekrar masanın üzerinde açık olan kitabına yoğunlaşıyordu. Okumak onun için bir anlamda biriktirmek, yazarlık alt yapısının sağlam temellerini oluşturmak demekti.
Ramazan Dikmen özelikle lise 3. ve4. sınıflarda ders dışında kadim dostu Mehmet Ruhi Yılmaz ile konferanslara, sinema ve tiyatro gösterimlerine gidiyor, İstanbul’un sosyal hayatının nimetlerinin tadına sonuna kadar varıyordu. O dönem iki yıl boyunca Devlet Tiyatrosundaki oyunları hiç kaçırmadan takip etmişlerdi. Şüphesiz gençlik dönemindeki zengin birikiminin ona gelecekte büyük katkıları olacak, öykülerindeki zengin anlatım ve eşsiz kurgusunun alt yapısını oluşturacaktı.
Mavera, Yönelişler ve 1990-95 yılları arasında bir grup arkadaşıyla birlikte çıkardığı Kayıtlar dergilerinde hikâye, deneme ve yazıları yayımlandı. İlk kitabı “Kıyıya Vuranlar” ise ölümünden bir yıl önce 1996 yılında basıldı. Daha sonra “Afife Abla’nın İncileri” kitabını da dünya gözüyle gördü.
Zihninde öykülerinin yüzlercesi tasarım aşamasında ya da doğmamışken kendisiyle birlikte sonsuzluğa yürüdü. Potansiyelinin en üst sınırının ne olduğunu bilmiyoruz. Bir hikâyecinin sanatında zirve yapacağı ve engin deneyimlerini aktaracağı olgunluk dönemlerini görememek onu sevenlerin içinde büyük bir ukde. Ortaya çıkardığı az ama öz yapıtları bu haliyle bile onu geleceğe taşımaya yetecek değerde. İşte bu yüzden bize kalanla, elde olanla yetineceğiz ve kıymetini bileceğiz.
Kıymet bilme demişken, ilçe de bir dönem gündeme gelen “Ramazan Dikmen Öykü Günleri” yapma fikri hala hayata geçirilebilmiş değil. 10 Ocak 2014 yılında Mehmet Akif Kültür Merkezinde yapılan anma etkinliği ile belki yılların özlemi bir nebze giderildi ancak Ramazan Dikmen gibi değerleri geleceğe taşımak için daha düzenli organizasyonların yapılması ve yeni nesle model olarak sunulması gerekmektedir. Gençlerimizin peşinden gideceği hayallerin Ramazan Dikmen kadar kendilerine yakın ve gerçek olması gereklidir.
Ramazan Dikmen’i Karyağmaz köyünden bağımsız düşünmemek lazım. Karyağmaz, Dursunbey’deki en ücra yerleşimlerden biri olmasına rağmen öylesine farklı ve potansiyelli bir köydür ki şimdiye kadar ülkenin kaderine etki edecek birçok siyasetçi, gazeteci ve yazarı içinden çıkarmıştır. Bunun dışında eğitime büyük bir ilgi vardır. Tıpkı Naipler köyü gibi insanlar genellikle nitelikli seçenekler için farklı yerleşimlerin yolunu tutarlar. Ramazan Dikmen gibilerin keşfetme sürecinde etkilendiği, yaşam algısını biçimlendirecek bir toplumda kendini bulması ve önünün açılması çok da şaşırtıcı bir durum değildir.
Ve artık son, bir yazarı anlatmaya çalışmak çok zormuş. Ama onu tanıdıktan sonra artık öğrencilerime gözlerinin önündeki değeri göstererek: “ Bir Ramazan Dikmen varmış, büyük adammış, sizden biriymiş, oluyormuş işte!” demek çok ama çok kolaymış. Huzur içinde uyusun…
OKAN OKTAY