Önemli olan inançlı ama iyi yetişmiş, nitelikli çağdaş değerlerle donatılmış insan zenginliğidir.. Okurken belki düşünürsün.. Belki hiçbir şey yoktu ama inanmış yürekli lider ve yöneticiler vardı…
Dün Ankara da hiçbir şey yoktu ama sonra herşey oldu.. Kaybedilen o cumhuriyet coşkusunun şehre yeniden şırınga edilerek o ruhun, o heyecanın, o istek ve arzunun yeniden var edilerek kaybedilen yılların eksikliğinin süratle yeniden yaratılmasıyla var edilmesidir.
9 Ekim 1923’te Dışişleri Bakanı İsmet Paşa ve 14 arkadaşı Millet Meclisi’ne bir önerge vererek yeni Türk Devleti’nin başşehrinin Ankara olmasını istemişlerdir. Cumhuriyetin ilanından 16 gün önce 13 Ekim 1923’te bir tek muhalefet oyuna karşı büyük çoğunlukla önerge kabul edilir. Yoksul 40 bin nüfusun yaşadığı, Falih Rıfkı ATAY’ın gözlemiyle “şimdi geri bir Anadolu kasabasının bile o günkü Ankara kadar iptidai olduğunu sanmıyorum” dediği bir yer ANKARA…
O koşullarda bir Anadolu kasabasının başkent olması çok büyük iddiadır ve bozkırın ortasında yoktan bir şehir yaratılmasıdır…
Neler mi yoktu:
Ağaç yoktu…
Çevresi bataklık ile sarılı olup halkı sıtmadan kırılıyordu…
İçme suyu yoktu. Romalılardan kalma su yolları harap vaziyetteydi. 1890 yılından beri şehre su ilkel taş kanallardan geliyordu.
1923’ten sonra devlet ve belediye Kosonlar Vadisi’nde bir galeri inşa etti. Hanımpınarı ve Şahnepınar’a iki tulumba koydu, şehre kadar su boruları döşendi ve Yenişehir’e bir su deposu yapıldı. Ancak sürekli artan nüfusa yetmiyordu. 1934 yılında bitirilen Çubuk barajı ile sorun çözülmüş oldu.
1923’te Ankara’da elektrik yoktu. Meclisin toplantı salonları, gaz lambaları ve lüks lambaları ile aydınlanıyordu.
1925 yılında buharlı lokomotiften şehrin dar bir çevresine zayıf elektrik verilmeye başlandı. Evlerin ve sokakların karanlığı 1928’de yeni elektrik fabrikasının inşaatı bitinceye kadar sürdü. Ankara’nın bütün bölgeleri 1933’te Cumhuriyetin onuncu yılında elektriğe kavuştu. 1929 yılında 1991 elektrik abonesi 5 120 665 kilovat enerji harcamıştı.
1923’te Ankara’da havagazı yoktu. Odunla, kömürle, kerosenle yemek pişirilirdi. 1930 yılında 477 havagazı abonesi, 1933’te 1000’e çıkmıştı.
1923’te Ankara’da telefon yoktu.
1926 yılında ilk otomatik telefon sistemi kuruldu. O yıl 267 abone, 1933 yılında da 2489 aboneye ulaştı.
1923 yılında Ankara’da ilkel tulumbacı yönetimini saymazsak itfaiye örgütü yoktu. 1925 yılında belediye tarafından kuruldu.
1923 yılında Ankara, eski dar sokaklı kerpiç evlerden oluşuyordu. Yol yoktu ama toz vardı. Sokak numaraları yoktu. Otomobil yoktu. Cebeci, Kurtuluş, Yenişehir semtleri ile Gençlik Parkı civarı bataklık halinde idi. Usta yoktu evet duvar örecek duvar ustaları yoktu. İnşaat malzemesi yoktu. Macaristan’dan ilk ustalar geldi. 1924 yılında Ankara belediyesi kuruldu. Aynı yıl kent için bir gelişme planı hazırlandı. 1925 yılından itibaren modern ve çağdaş bir kent yükselmeye başlamıştı.
1926 yılında ……240 tane(Resmi ve özel inşa edilen yapı sayısı)
1927 yılında ……367
1928 yılında ……246
Cumhuriyetin ilk on yılında 29 km yol yapıldı. 1923 yılında Ankara’da yaygın taşıt aracı eşeklerdi, durumu iyi olanlar da faytona biniyordu.
1923 yılında Ankara’nın yemek yenilen ve içki içilen tek yeri “Kemal’in Lokantası” idi. Milletvekilleri, devlet adamları ve yabancılar akşamları burada toplanıyorlardı. Geceleri çıkılabilecek iki kahvehane vardı.
Cumhuriyetin ilk on yılında yapılanları Vehbi KOÇ şöyle özetler: “Ankara o günlerde tam anlamıyla bir yoklar şehriydi. Benim gibi o dönem ve bu günleri yaşayan bir kişi için o zaman ki durum ile bu günkü durum arasındaki fark bir rüya gibi geliyor. Yol yoktu, otomobil yoktu, telefon yoktu, kiremit yoktu, kiremit ustası yoktu. İlk otomobil geldiğinde akın akın seyre gitmiştik. Numuna Hastanesi inşaatı için gelen ilk betonyeri halk birikip öteki dünyadan gelmiş bir yaratıkmış gibi seyretmişti.”
Bunları niçin yazdım biliyor musunuz? Önce sağlıklı bir durum analizi yapabilmeniz için hayal etmenizi istedim.
Bakın 1925 yılında Ankara’nın şehircilik planı yapılıyor. “İşviçreli Jansen Büyük Ata’nın huzurunda soruyor devlet ileri gelenlerine, nüfus ne kadar. 30 bin cevabını alıyor. 50 sene sonra ne olur? Ulu önder soruyor etrafına, pek artmaz diyorlar. Fuar şehri değil, liman şehri değil, ticaret merkezi değil. Burası bir hükümet merkezi, olsun olsun da 50 bin olsun. Niye artsın. Yaz diyor ulu önder, sekretere, 550 bin. Ona göre plan hazırlansın, ilave ediyor, arkadaşlardan birisi dese idi ki 250 bin olur, 1980’lerin Ankara’sı 3,5 milyon olur derdim.” (Üç ayrı kaynaktan faydalanılmıştır)
Dün işe başlarken yok olanlara karşın inançlı insanların katkılarıyla herşeyi oldu. Cumhuriyetin başkenti bu bozkırın içinden çıktı, olmaz diyenlere inat oldu… Pilav ile plan arasındaki farkı göremediğin sürece pilavın artığı uğruna vatanın ziyan olur gider…
Unutma!
Rant beklentisi o günlerde de yok muydu…
Olmaz mı….
1923’lü yılları Hıfzı Veldet Velidedeoğlu nasıl anlatıyor: “Tam iki yıl ayrıldıktan sonra Ankara’ya yeniden döndüğümde, dikkatimi çeken en önemli şey, bu kentin, İstanbul’dan gelen ‘İş takipçileri’ ile dolup taşması olmuştu. Yalnız İstanbul’dan değil, ülkenin her yanından böyle adamlar gelirdi. Hatırı sayılır, sözünden çıkılmaz mebuslardan devlet dairelerine tavsiye mektubu koparmak için bir takım aracılar türemişti. Büyük zaferden hemen sonraki yıllarda Millî Mücadele Ankara’sını köhne Bizans tokuşturmağa başlamıştı. Ankara’da dikkatimi çeken bir şey de arsa spekülasyonuydu. 1919 ve 1920’lerde kimsenin ev, arsa, bağ, bahçe edinme hırsına kapıldığını görmedim ve duymadım. 1922 yılının sonunda, hele 13 Ekim 1923’te Ankara’nın hükümet merkezi olmasından sonra bu kentte bir arsa edinme hırsı başladı. Kısacası, iki yıl ayrılıktan sonra Ankara’ya gelişimde, orada 1920’lerin özveri havası, savaş coşkusu ve kurtuluş amacının bir zafer gevşekliğine, bir ‘dünyalık edinme’ çabasına dönüştüğünü gördüm.”
“Yeni Gümrük tarifesinin arkasına sığınarak birkaç misli yükseğe satan basit ve şımarık bir sanayi türemeye başlamıştı. İşte demir telleri keserek çivi yapan, çiviyi dış piyasa fiyatının on misline satan, milli sanayi olduğu için demirleri de gümrüksüz sokan şu çivi fabrikası eski bir medresenin yıkık duvarları arkasında kurulmuştu… İşte şu bakır mamulatı fabrikası, mahallemizin köşesinde eski bir taş evde kurulmuştu. Fabrikanın sacdan bacasından yayılan kurum, halka pencerelerini bile açmaya müsaade etmez. Mahallenin şikâyete hakkı yok. Bunlar vatanın selameti için çalışıyorlar.”(Ahmet Hamdi Başar-Atatürk ile üç ay)
Yoklar içinden bir ülke yaratmak kolay olmasa diye düşünüyorum…
Unutma…
Sevgi ve saygılarımla…