“Ruhu öldürmek, cismi öldürmekten daha büyük cinayettir.” -Gerhard Haupmann
“Üç buçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam. Hele Hak namına haksızlığa ölsem tapamam.” – Mehmet Akif Ersoy
“Ordularla kazanılan bir zafer ancak yol açıcıdır, yalnız bir araçtır. Gerçek ise, öğretmenlerin; oluşmasına aracı olacakları uygarlık yolundaki başarılarıdır…” – Atatürk
“Büyüklük kuvvette değil, kuvveti yerinde kullanmaktır.”– Mark Orel
“Dünyada her şey için, maddiyat için, başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir; bilim ve fennin dışında kılavuz aramak aymazlıktır, bilgisizliktir, “doğru yol”dan sapmaktır.” – Ulu Önder Atatürk
“Bağımsızlık ve özgürlük benim karakterimdir…” diyerek kendi ruhunun aynasını sunan Mustafa Kemal Atatürk: bir insanın kendisinin geleceği için alması, olması gereken ruh halini tanımlar.
Şimdi kendimize bir soru soralım; benim gerçekten bağımsız, özgür bir ruh halim var mı? Benim özgürlük ve bağımsızlığımı kimler, niçin, neden kendilerine sorun ediyorlar?
İnsanın kendi bağımsızlık ve özgürlüğüne sahip çıkması, haksızlıklar karşısında; kendini savunma hakkını kullanma konusunda, medeni cesaretini koruyarak, centilmence, kaba kuvvete baş vurmadan, edebe mugayır söz ve davranışlara sapmadan, sakin ve sükunetle direnme gücünü kullanması; olgun, hoş görülü, bilge olması güvenilirliğini getirir.
Bir başkasının soysuzluğu, edepsizliği karşısında dik durma gücünü koruyabilme yeteneğinizi ancak kendiniz geliştirip uygulayabilirsiniz.
***
Abdülhamit’in ünlü paşalarından biri, yanına adamlarını da alarak saltanat kayıklarından birine biner ve adalara, açılır. Hava rüzgarlıdır. Kürekçiler dalgalara karşı kayığı idare etmeye çalışır çalışmasına ama kayık fındık kabuğu gibi sallanmaktadır.
Paşa sağa sola emir yağdırmaya başlar.
-Küreği sağa çek, alagarda kalma.”
Paşanın adamları da paşanın ağızdan çıkan her sözü tekrarlamaktadır. Kürekçiler ne yapacağını şaşırır. Çaresiz emirlere uyarlar ama paşa sürekli yanlış komut vermektedir. Bir süre sonra gümbürtü kopar. Ve kayık karaya oturur. Paşa yaygarayı basar;
” Ben demedim mi? Karaya oturduk sonunda!”
Adamlar bu aşamada devreye girer;
” Güle güle otur paşam, Size de ne güzel yakıştı!…”
(25 Aralık Cumhuriyet 13.syf. ErenAysan Selvi gölgesi köşe yazısından alıntı.)
***
Toplum yapımızın zaman içinde değişimi, insan davranışlarını da doğrudan etkiler. Bazı insanlar goygoyculuğu sever. Kendi aklını kullanmaz, kulağına üflenen lafa inanır.
Krallıklar döneminde, kralları eğlendiren insan çeşidine “SOYTARI” denirdi. Bu soytarıların tek görevi kralın her söylediğini onaylamak ve tekrarlamaktır. Soytarının asli görevi “Evet efendim, sepet efendim, olur efendim, haklısınız efendim, yerindedir efendim…” diyerek kralını şişirmektir.
Tarihin her döneminde bu meslek erbabı, görevlerini layıkıyla yapabilmek için görülmedik, bilinmedik kılıktan kılığa bürünerek görevlerini içra etmenin mutluluğuyla övünürler.
İnsanlık edep ve hayaları yok olmuş, ruhları bedenlerinden uzaklaşmış bu kişilerin günümüzde yaptıkları “ŞARLATANLIK”tır. Ortalık bu şarlatanların , şarlatanlıklarıyla allak bullak olurken, onlar kıyıda köşede kendilerinin şarlatanlıklarını dinleyecekleri gözlerinden, davranışlarından anlayıp; “Öyle değil mi? Böyle değil mi? Görmedin mi lan? Adam nasıl köşeyi dönüverdi…” gibi akıl sır ermeyen sözlerle kitleleri uyutmaya çalışır, “tavşana kaç, tazıya tut” diyerek ekranlarda salya sümük gövde gösterisi yaparlar.
***
Bektaşi babalarından biri, Uzunçarşı’dan yukarı çıkarken, gençler, baba ile alay etmeye karar verirler.
Tezgahtarlardan biri; “Baba!..” diye seslenir. Baba dönüp bakınca genç:
“Affedersiniz birine benzettim,” der.
Az sonra diğer biri:
-”Baba!…” diye seslenir.
O da aynı karşılıkta bulununca, alaya alındığını anlayan baba, çarşının orta göbeğinde durarak:
“N A M U S S U Z !…” diye haykırınca, bütün başlar dükkanlardan dışarı sarkmış.
Bektaşi:
“Amma da namussuz varmış ha!…” deyip yoluna devam etmiş * İ D U R A K İ * (Bekri Mustafa’dan.)