COVID-19 nedeniyle ölen her kişi veya saptanan her yeni COVID-19 hastası, alınan önlemlerin yetersizliğinin kanıtıdır.
Öyle değil mi? Önlemler yeterli gelse insanlar ne hastalanır, ne de ölür.
Bugün önce Bilim Kurulu’nun ve ardından Cumhurbaşkanlığı Kabinesi’nin toplanması bekleniyor. Bu arada Prof. Dr. Alpay Azap’ın istifasından öğrendiğimize göre Bilim Kurulunun omurgasını Whatsapp adlı yaygın kullanılan iletişim uygulaması oluşturuyormuş. Zaten Bilim Kurulu’nun hukuksal olarak bir yeri, konumu olmadığını başından beri hep söyledik. Hukukta yeri olmayan bir kurul neden oluşturulur, ona da siz karar verin.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iradesi, Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ile Yüksek Sağlık Şûrası adı altında bir üst kurul ve İl – İlçe Hıfzıssıhha Kurulları eliyle böylesi bir salgını yönetmeye çok önceden hazırlanmış. Ancak, Yüksek Sağlık Şûrası, bir anda kalkan ve inen eller ile, aşı araştıran ve üreten Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü gibi, tarihe gömülürken kurul üyelerine ödenecek “huzur hakkı”na ilişkin 15’inci madde orada aslanlar gibi duruyor.
Yüksek Sağlık Şûrasının ortadan kaldırılması, pandemiye, yolda ilerleyen ancak şoför koltuğu boş duran bir otobüsteymişiz gibi yakalanmamıza neden oldu. Eminim Prof. Dr. Alpay Azap ve diğer Bilim Kurulu üyeleri, Yüksek Sağlık Şûrası gibi hukuksal dayanağı olan bir kurulun üyesi olsaydı, tavsiyede bulundukları makamlara “şöyle yapılırsa iyi olur” demek yerine “böyle yapmazsanız sizden de bizden de hesap sorulur” diyebilirdi.
Alınacak önlemlerin bundan önce alınmış olanlardan ne farkı olacağını kendime sorduğumda en başa dönüyorum:
Her ölüm veya her hasta alınan önlemlerin yetersizliğinin kanıtıdır.
Üstelik karşımızda çok hızlı değişen bir virüs var.
Daha önce de söylediğim gibi:
Aklı yok, dolayısıyla strateji oluşturma becerisi de yok.
Kolu, bacağı, kuyruğu, kanadı yok, istediği yere gidemez.
Bu virüs, doğanın yalın, çıplak ve somut bir gerçeği. Üstelik de insanlığı en zayıf ve korumasız yeri olan solunum yollarından vurdu. Bulaşmak için bir aracıya gerek de duymuyor. Örneğin bir böceğin ısırmasına veya insanların birbirine dokunmasına, öpüşme, cinsel ilişki gibi yakınlaşmaya da gerek yok. Doğrudan bir insanın doğal bir davranışla soluduğu havadan çıkıp bir başkasının soluduğu hava ile insandan insana geçiyor.
Tek çözüm iki kişinin aynı havayı solumaması.
Üstelik bu virüs kendisini yok sayarsanız yok etmeye de hazır. Belki de en sevdiklerimizi…
Ve çok ama çok hızlı değişiyor. Şu anda bile onlarca tanımlanmış “mutant” dediğimiz kendini değiştirmiş virüs çeşidi var.
Her şeyi, ama her şeyi en baştan gözden geçirmeliyiz.
Merak ediyorum, bundan sonra evlerde misafir ağırlayabilecek miyiz? Evlerin tasarımlarında “misafir odası” kavramı olacak mı gelecekte? Yoksa evlerin girişinde bir arınma (dezenfeksiyon) odası mı olacak? Mimarlar bu konuda düşünmeye başladı mı?
Eğitim, öğretim nasıl etkilenecek, mesela? Acaba yan yana aynı sırada, hem de eskisi gibi üç kişi birden okuyabilecek mi? Müfredat dediğimiz, eğitimi verilecek, öğretimi yapılacak konu ve ayrıntıları da baştan gözden geçirmek gerekmeyecek mi, bu durumda?
Toplu taşıma ayrı bir sorun. Herkes tek başına bir arabaya binip yola çıkınca neler olduğunu bir de İstanbul’da yaşayanlara sorun. Acaba geleceğin toplu taşımasında araç içinde tek kişilik hava sızdırmaz bölmeler mi olacak?
Ya da kullandığımız maskeler… Kimi burnu dışarıda, kimi çene altında, kimi yanlardan açık çeşit çeşit maskeler… Korunma veya karşısındakini koruma, maskeyi kullananın bilgi ve becerisine kalmış. Acaba bir süre sonra kullananın hatalarına fırsat bırakmayacak mekanik bir çözüm bulunur mu?
Şu anda COVID-19’a yakalanmamış olanların toplum içindeki oranı en az yüzde 85 – 90 aralığında. Aşılananların da ağır olmasa da hastalanabildiğini görüyoruz. Aşılanmışlar, kendileri ağır geçirmeseler de bulaştırıcı olma olasılığını taşıyorlar. Öyleyse, bu virüs hala her 10 kişiden 8 – 9 kişiyi tuzağına düşürmek için hazır bekliyor. Üstelik daha önce hastalanmış olanlar içinde tekrar hastalananlar olduğunu da görüyoruz. Çok değilse de var. Bu durum bizi, her şeyi, ama her şeyi tekrar gözden geçirmeye zorluyor. Gözden geçirdiklerimizi de sonra tekrar gözden geçirmek zorunda kalacağımızı bilerek…
Ve belki de asıl farkına varmamız gereken şey, önlem alan ülkelerde 50 bin kişilik konser bile düzenlenebiliyor…
Bunalan halkımızı rahatlatmanın tek yolu kalmış görünüyor:
Yurt çapında çok katı karantina uygulamak… En az iki kuluçka dönemi süresince…
Yaz aylarında biraz olsun rahat edebilmek için, umarım gerçekten “önlem” alırız…
Prof.Alpay Azap iyi yapmış,istifa etmekle..Siz de, konuyu bam teline vurarak yazıp değerlendirmişsiniz.Elinize-emeğinize sağlık olsun..