Gençliğimizde temel kural örgütlenmeydi.
Önce örgütleyeceksin, sonra eğiteceksin.
Hatta bunu şöyle formüle etmiştik:
Örgütlerken eğitmek, eğitirken örgütlemek…
Gezi direnişi bu ezberi bozdu…
Muhafazakâr yapılarda olan gençler itaat etmeye emir almaya yatkınlar ama; ilerici çağdaş çizgide olan gençler özgürlüklerine düşkün.
Emir almayı, itaat etmeyi, örgüt disiplinini sevmiyor ayrıca örgütlemek isteyen yapılara da güvenmiyor ve bu yüzden de örgütlere katılmıyor.
“Gezi” direnişinde AKP baskısına karşı tepkilerini gösterip evlerine döndüler.
Siyasi partiler bu gerçekliğin ne kadar farkında?
Gençlik örgütlerinin durumundan belli değil mi?
Konuyu biraz açmak istiyorum.
Çok az…
Mantık şu:
Biz hele örgüte girmeye ikna edelim zamanla eğitimini de yaparız.
Birisini bir yapının içine sokuyorsunuz ama o kişi, o yapının temel felsefesini bilmiyor.
Aynı mantık bugün de siyasi partilerde devam ediyor.
Partilerin yöneticileri kendilerini tekrar tekrar seçecek üyelerle kişisel hedeflerine ulaşmaya çalışırken partiyi hantallaştırıyorlar, umurlarında değil.
Bilinçli üye sayısı gittikçe azalıyor, azaldıkça da durum daha kötüye gidiyor.
2000 üyesi olan bir parti örgütü basın açıklamasını 20 kişiyle yapıyor.
Neden mi?
Çünkü onu üye, delege, hatta yönetici yapan yöneticiler onu sadece parti içi seçimlerde kullanmak için üye yapıyorlar, parti çalışmalarına katılması için değil.
Zaten o tür üyeleri bir daha göremiyorsunuz.
Bunlara naylon üye deniyor.
Bu yüzden öncelikle bilinçlenme çalışması yapmak gerekiyor.
Bilinçli insanlardan oluşan bir örgüt her zaman dinamiktir ve güçlüdür.
Bilinçli üye parti çalışmalarına da katılır, kimsenin adamı da olmaz.
O sadece partiye ve onun ideolojisine hizmet eder.
Muhalif siyasetin tıkanmasının en önemli nedenlerinden birisi budur…
Önce bilinçlenme.
Siyasi-ideolojik seviyeyi yükseltme.
Sonra her şey düzelir.