Kasım ayrılık mevsimiydi. Annesi ile babasının kasım da evlendiklerini biliyordu. Ayrılıktı kasım onun dünyasında ama onu hayata getirenlerin birleştiği bir aydı.
Neden kasım hep ayrılığı ifade ediyordu bilemiyordu. On yedi olmak. Teoman dinlemek, Ahmet Kaya dinleyip isyan etmek, arada Mozart dinleyip zeki olmaya çalışmak. Aslında bu üçleme onun on yedi yıllık hayatının tamamını ifade ediyordu. Hangisi idi.
Teoman’ın on yedisi mi?
Ahmet Kaya’nın isyanları mı?
Mozart’ın derinliği mi?
Bu ruh halinin sorumluluğunun annesi ile babası olduğunu düşündü. Annesinin ikinci evliliğiydi. Annesi ilk eşi ile istemeden evlenmişti. Orta Anadolu da o yıllarda baba kim ile isterse kız onun ile evlenmek zorunda idi. Bu durumda anne teyzesinin oğlu ile evlenmişti. İstemeden yaptığı bu evlilikten bir oğlu ve bir kızı olmuştu.
Sevmişti eşini ya da teyzesinin oğlunu…
Belki de aşk mıydı? On yedisindeki genç, annesini on yedi yaşında evlendiğini düşündüğünde bu duygunun aşk olduğunu hissediyordu. Neden böyle düşündüğünü anlayacaksınız birazdan, bence hak vereceksiniz…
Annesi teyzesinin oğlu ile zorla evlendirilir. İki çocukları olur bir oğlan bir kız. Kendilerine öykülerdeki gibi evli mutlu çocuklu bir hayat kurarlar. Yavaş yavaş birikimlerini yapmaya başlarlar çocukları için bir gelecek, kendileri için mutlu bir yuva…
Derken ille bir kötü kral olması gerekir. Bu sefer o kötü kral dededir. Damadı ile tartışır. Öfkeli bir Anadolu erkeği ne yapar? Tahmini zor değil. Evet evet tabi ki erkekliğin şanından olan silahını çıkartır sadece bir parça toprak yüzünden damadını öldürür.
Bu da ayrı düşünülmesi gereken bir durum. İnsan dediğimiz bu kişi hiç düşünmez mi? Kızını torunlarını, bunu da belki başka zaman anlatırım. Gelelim on yedinin annesine kala kalır ortada iki çocuk ile.
Baba hapse, koca toprağa, teyze kızar kadına “katilin kızı istemiyorum seni” der. Çocuklar daha küçük bakacak durumu yok, işi yok.
Anne, çaresiz çaba sarfeder ama boştur cabası, bu çaba apayrı bir öyküdür. Biz on yedinin öyküsüne gideceğiz. Çocuklar kayınvalidede kalır. Anne çaresiz babanın evine döner. Baba affa uğrar. Bu arada zaman geçer annesinin çok talibi çıkar. Günün birinde sahneye on yedinin babası çıkar. Hiç evlenmemiştir. Otuzlu yaşların ortasındadır. Yaşadığı yerde babası varken babasız büyümüş işine aşık bir adamdır. Anne var ama yok. Babası zaten hiç olmamıştır. Kader ağlarını örer.
On yedisindeki genç, anne ile babasının kader ağlarını iki hırçın su gibi düşünmeye çalışır ama buraya da konduramaz. Olsa olsa iki dışlanmıştan bir aile diye düşünür. Örülmeli miydi? Bilmiyor ama nihayetinde on yedi hayatta ise örülmüş olan bu kaderden on yedisinde olan bu bey dünyaya gelmişti.
Çocukken fark etmediği gerçeklikleri özlediğini hissetti. Ne kadar da güzeldi. İnsanları gördüğü gibi kabul ediyordu. İncelemiyordu, davranışlarını irdelemiyordu. Yaşı büyüdükçe görüyordu. Görmek istemediklerini görmek canını yakıyordu.
Her şeyden önce babası sevmeyi bilmiyordu. Sevginin sadece maddi değer yüklemek olduğunu düşünüyordu. Maddi olarak bir şeyleri karşıladıysa çocuklarını ve eşini seviyordu. Duygu büyük bir soru işaretiydi. Sevgi dolu bir adam olsa da sevmenin nasıl bir duygu olduğunu hiç öğrenmemişti. Sevgi öğrenilir mi? Demeyin lütfen…
Sevgi öğrenilir. İnsan sevildikçe sevmeyi öğrenir. Nasıl güven, sadakat, iyilik, kötülük öğreniliyor ise sevmek de öğrenilir. Baba sevmeyi öğrenmese de kendi dilinde eşini ve oğlunu sevmeye çalışıyordu. İnsanlara çabuk aldanan bir adam olsa da dünyanın en iyi kalbine sahip bir adamdı. Hayatı eşi ve çocuklarından ibaretti. Ama ne zaman çok para kazansa apayrı bir adam olur çıkardı. On yedisinde fark ettiği babasının bu halini hiç sevmediğiydi.
On yedinin canını daha çok yakan ise annesi idi. Çok seviyordu onu, hayır hayır kesin her zaman babasını daha çok seviyordu. Babası her zaman ezilendi. Kalp her zaman mazlumun yanında olurdu. Onun kalbi de babasının yanındaydı. Annesi daha güçlüydü babasından.
Neden annesine çok kızıyordu? Çünkü babasını hiç sevmediğini düşünüyordu. Hayır düşünmüyordu. Bundan emindi. Bir kadın sevmediği bir adamdan nasıl çocuk yapardı. Sevgisizliğin içinden, zorunluluktan doğmuş bir çocuk olarak hissetmek ne kadar acıydı. Anne ile babası ihtiyaçlarını karşılamak için yaptıkları bir etkinliğin sonucu dünyaya gelmek.
Bunu düşündükçe anne ile babası birbirine sevgi ile bakan arkadaşlarını kıskanıyordu. Evet hiç yumuşatmayacaktı. Hayatta ki en büyük kıskançlıklarından biriydi bu.
Annesi hayatı boyunca kaybettiği eşini, onunla yaşadığı güzel anları, onunla yaptıklarından örnek vermese belki hu kadar kızmayacaktı. Ama çok kızıyordu. Annesinin sadece beden olarak yanlarında olması ama ruhunun hep kaybettiği eşinde ve geride bıraktığı çocuklarında olması kendisine ve babasına yapılmış büyük bir haksızlık diye düşünüyordu. Annesinin kendisini kurtarmak için babasıyla evlendiğinin farkında olması kalbini darmadağın yapıyordu.
Bazen onun gözlerinden bakıp, onun zihninden düşünüp, onun kalbinden hissetmek istiyordu. Ama yine de yapamıyordu. Her defasında annesinin o adamdan bir örnek vermesi on yediyi darmadağın yapıyordu.
Annesi genelde sık sık hasta olurdu. On yedi yıllar sonra bunun depresyon olduğunu öğrenecekti. Fakat ne zaman kardeşleri ziyarete gelse annesi iyileşir, yüzünde ilk bahar çiçekleri açar, yeşil gözlerine bahar dolardı. Kendisi için bir defa bile böyle olmadığını hissettiği zamanlar daha çok içine dönerdi.
Yıllar geçtikçe bu fark etmeler üzer oldu. Yakında on sekiz olacaktı. Arkadaşları için büyük şeyler ifade ediyordu. Özgürüz artık istediğimizi yaparız diye düşünüyorlardı. Aslında yapamayacaklarını aynı rutinle gideceklerini biliyorlardı ama olsun yalan da olsa güzeldi bu his.
O ise bir yol ayrımındaydı.
Ya sevgisiz bir ortamda büyüdüm travmam var diyecekti.
Ya siz beni hiç sevmediniz deyip isyan edecekti.
Ya kendi derinliklerinde hayat enerjisini bulup, her şeyi geride bırakıp yeniden yeniye başlayacaktı.
Müzik önerisi: https://youtu.be/icF6KWf3aiE