Nasıl öğretmen olmaya karar verdim?
Öğretmen olmak için hayaller falan kurmadım, benim için sadece bir meslekti. ben bu mesleğin özünü fark edebilecek bilinçte değildim seçtiğimde…
Bildiğim en iyi mesleklerden biriydi öğretmenlik, şu an düşündüğümde ne kadar bilinçsizce seçmişim.
Bilmeyerek de olsa başlamıştım, artık bitirmeliydim. Bırakmak gibi bir lüksüm olamazdı.
Hiç öğretmen olmanın hayalini kurmadan eğitim fakültesindeydim.
Aslını sorarsanız eğitim fakültesi yıllarında “öğrenme” çok da dikkatimi çekmemişti. Çünkü sürekli olarak bilgi yükleniyordu.
Öğretmenlik mesleğinin gerçekliğini ilk görev yerimde ilk gün, ilk sınıf ve ilk öğrencilerim ile karşılaşınca hissettim, ne kadar boş ve karşılarında çaresiz olduğumu…
Öğretmenlik adına öğrenme serüvenim de işte orada başladı. Sınıflarımda yer alan belli sayıdaki öğrencimi ortak bir payda da toplamalıydım.
Nasıl? Sorusu öğretmenlik adına hiç çıkmadı aklımdan o günden bu yana…
“Öğrenmenin başlaması için merak uyandırmak gerekiyor.” Diyordu kaynaklar bunu biliyordum ama yeni soru;
Her konu için nasıl merak uyandıracaktım?
Başka bir araştırma, öğrenci tekrar ile öğrenir diyordu.
Nasıl bir tekrar yapmalıydı öğrenciler?
Öğretmen olarak öğrenme sürecim sürekli araştırarak geçiyordu. Araştırmanın en temel soruları;
Bu konuyu nasıl daha iyi anlatabilirim?
Öğrenciler nasıl daha iyi öğrenir?
Ders boyunca nasıl dikkatleri dağılmaz?
Unutma en aza nasıl indirgenir? Gibi bitmeyen sorular…
Birçok araştırma ve makale sonucu öğrenmenin eğitim fakültesinde olduğu gibi sadece öğrendiğimiz bilgilerin aktarımı olmadığını öğrenmiş oldum.
Eğitim sistemimizde ki en üzücü husustu, öğrenmeyi gerçekleştireceğimiz kitleye öğrenmenin nasıl olacağını anlatmadan direk bilgi aktarımına geçmek.
Öncelikle öğrenmek istiyorsak öğrenmenin kendinin ne olduğunu ve beyinde bunun nasıl gerçekleştiğini bilmeliydik. Yani beynimiz öğrenme esnasında nasıl bir enerji harcıyor buradan başlamam gerektiğini öğrenmiştim.
Sadece bu yeterli değildi. Aynı zamanda öğrenmenin;
* Bilişsel,
* Ruhsal,
* Fiziksel,
* Sosyolojik yapıların organize edilmesi ile gerçekleştiğini ve bu alanlarda yapılan birçok deneyi ilgiyle okumaya başladım.
Öncelikle öğrenmenin gerçekleşmesi için fiziksel olarak hazır olmamız gerekiyordu. Fiziksel olarak öğrenmeye hazır olmak dediğimizde öğrenme ortamı, oturuş, kullanılan materyaller olduğu gibi, öğrencinin fiziksel olarak kaslarının gelişmesi doğru ve etkin beslenmesi de oldukça önem oluşturmaktaydı.
Ruhsal olarak bakacak olursak, “öğrenci öğrenmeye hazır” olmalıdır. İşte bu noktada merak uyandırmak oldukça etkili olduğunu gördüm, sesi doğru kullanmak öğrencinin hissettiği olumsuz duyguları olumluya transfer edebilmek. En önemlisi de yapabileceği, öğrenebileceği duygusunu güçlendirmek.
Bilişsel süreçte ise, öğrencinin sahip olduğu zihinsel yetisidir. Her öğrenciden aynı zihinsel yetiyi, hızı ve algıyı beklemenin hata olduğunu öğrendim. Sınıflara girdiğimizde anlattığımız her konunun her öğrenci tarafından algılanmasını bekleriz. İşte tam da bu noktada bilişsel farklılıkları iyi görüp, bunun bir eksiklik değil çalışma farklılığı ile giderilebilecek bir durum olduğunu gördüm(öğrencinin zihinsel bir engeli yok ise).
Öğrenmenin sosyolojisi ise, öğrencinin içinde bulunduğu toplum, sosyo kültürel çevre ve aile gereği öğrenmeyi ihtiyaç hissetmesi idi. öğrencinin yer aldığı okul, okul çevresi, içinde bulunduğu sınıf bile sosyolojik özellikleri içermekteydi. Mesela sınıf ikliminde sürekli sessiz olan, sınav listelerinin sonlarında olan, ödev listelerinde eksiği olan öğrencilerin öğrenme heveslerinin kaçtığını gördüm. Bu öğrenme sosyolojisinin bir tarafı bir de diğer tarafı vardı. Bu da öğrencinin yaşadığı aile ve çevresiydi. Öğrencinin sosyolojik çevresi için öğrenme ne kadar önemli ise öğrenci için öğrenme o kadar önemliydi.
Öğretmen diploması almak en kolayıydı, asıl zor olan ise tüm gelişen envanterleri birleştirerek öğrenme yolculuğuna devam ederken öğrencilerini de bu serüvene dâhil edebilmekti.
Öğretmen olmak zor muydu?
Düşünün ki enerjisi tavan, teknolojik haz noktaları dorukta, monotonluktan sıkılan, her an heyecan arayan bu enerjik beyinleri; öğrenme yolculuğuna katmak, sınava hazırlamak, gözündeki ışığın tükendiğini görüp yeniden canlandırmak, içindeki kıpırdayan kıvılcımı görüp alevlendirmek, yerine göre kahkahayı basmak, yerine göre sınırı çizmek, ayağı tökezlediğinde kolunu tutabilmek…..
Gerçekten zor…
Üzerine tüm bunları uzaktan yapmaya çalışmak,
Kat kat daha zor…
Öğretmenlerimiz değerlendirilirken bir de bu açıdan bakmanız ümidiyle…
Müzik önerisi: https://youtu.be/1TO48Cnl66w