Kazanılmış Başarısızlık olarak da bilinen Öğrenilmiş Çaresizlik; kişinin geçmişteki olumsuz deneyimlerinin sonuçlarından kaçınmak için, etkili bir şekilde hareket edemeyeceğine inandığı bir ruh hali olarak tanımlanıyor kısaca.
Mesela bir öğrencinin birkaç kez düşük not aldığı bir derse karşı, ne yaparsa yapsın asla başaramayacağına oluşan inancı ve o derse karşı ilgisini yitirmesi gibi.
Doğan Cüceloğlu’nun öğrenilmiş acizlik diye ifade ettiği bu kavram ilk kez, Seligman ve Maier tarafından köpekler üzerinde yapılan deneylerde gözlenen bir davranış neticesinde kullanılmış.
Literatürde bilinen en popüler deney ise; Gordon R. Stephenson ve arkadaşları tarafından yapılan ve “Beş Maymun Deneyi” olarak bilinen deney olmuş. Deneyi uzun uzun yazmak istemedim. Ancak çaresizliğin nasıl öğrenildiğini merak edenlere okumalarını tavsiye edebilirim.
İnsanlar üzerindeki ilk deneyi, Donald Hiroto yapmış. Hiroto’nun yaptığı bu deney ile çaresizliği öğrenme konusunda insanların diğer canlılardan farklı olmadığı ortaya çıkmış ve böylece öğrenilmiş çaresizlik davranışının insanlar da dâhil olmak üzere bütün canlılarda görüldüğü kanıtlanmış.
Ve öğrenilmiş çaresizlik üzerine yapılan bu deneyler, iki sonucu ortaya koymuş.
Birincisi; canlıların başlangıçta kontrol edemedikleri ya da sonucunu değiştiremedikleri bir durum ile karşılaştıklarında zamanla çaresizliği kabul etmeleri ve bu çaresizlik durumunu genelleştirmeleri.
İkincisi; çaresizliği öğrenen canlıların, karşılaştıkları herhangi bir durumun sonucunu değiştirebilecek güçte olmalarına rağmen, önceki tecrübelerinden edindikleri çaresizlik yüzünden tepki göstermemeleri ve herhangi bir çaba içerisinde bulunmamaları.
Marks’a göre; bireyin içinde bulunduğu öğrenilmiş çaresizlik davranışının üzerinde toplumun da etkisi var ve bu davranış, toplumsal kültürün bir parçası olarak karşımıza çıkıyor.
Toplumlar için de durumun aynı olduğunu söyleyen Abramson ve arkadaşları bu noktaya dikkat çekmiş ve bu kültürün ortadan kaldırılması için tek çözümünün, değişimden yana bir kültür yaratmak olduğunun önemine vurgu yapmışlar.
Değişime ayak uyduran, yeniliklere açık ya da içinde bulundukları olumsuzlukları değiştirmek için çaba gösteren bir toplumda öğrenilmiş çaresizlik davranışının düşük, aksine değişime kapalı ve içinde bulundukları durumu kabullenmiş toplumlarda ise bu davranışın doğal bir durum olduğu sonucuna varılmış. Yani sadece bireyin kendisinden kaynaklanmıyor, öğrenilmiş çaresizlik.
Mesela yanlış olduğunu bildiğimiz veya farkına vardığımız bireysel veya toplumsal bir sorun karşısında neden sesimizi çıkaramıyor ve her şey yolundaymış gibi davranıyoruz?
Haklı olduğu aşikâr olan birisini savunmakta neden çekimser kalıyoruz?
Neden zalimin zulmüne boyun eğiyoruz?
Hayatımızı nasıl yöneteceğimize neden başkaları karar veriyor?
Neden kendimiz olamıyoruz?
Üzerinde düşündükçe sorguların ve içten içe pişmanlıkların arttığı hayat hikâyeleriyiz her birimiz. Az veya çok hepimizin öğrenilmiş çaresizlikleri var ve çoğu zaman bunların farkına bile varamadan geçip gidiyoruz hayatlarımızdan.
Farkındalığı arttıkça kendini tanımaya başlayan, kendisini daha mutlu, daha enerjik hissettiğini söyleyen ve değişim kararı aldığı ve uyguladığı için kendini sık sık takdir eden bir arkadaşım bir gün, “Aaa! Ben, ben değilmişim ayol bunca zamandır. Öğrenilmiş çaresizlikler sarmış dört bir yanımı” diye güldürdü hepimizi.
Adı üzerinde öğrenilmiş yani doğuştan gelen bir duygu veya kader değil bu davranışın sebebi. İşte bu yüzden kendimizi tanımak, duygu ve düşüncelerimizi bilmek, çaresizliklerimizin neden kaynaklandığının farkına varmak, öğrenilmiş çaresizliklerimizden kurtulmamıza yardımcı olabilir.
Bireysel çaba elbette çok önemli! Ancak Abramson ve arkadaşlarının tespitleri doğrultusunda değişimden yana bir toplum kültürün yaratılması ve toplumsal boyutta desteklenmesi, öğrenilmiş çaresizlikten kurtulma sürecinin ivme kazanması için çok daha önemli görünüyor.