İkinci Dünya Paylaşım Savaşı sonlarıdır.
ABD, Truman Doktrini ile Türkiye’ye yapacağı “sözde yardımlara” karşılık, başka ağır taleplerinin yanı sıra Köy Enstitüleri’nin de kapatılmasını doğrudan ve açık açık ister.
Böylece, 1946 yılından başlayarak yavaş yavaş içi boşaltılarak zayıflatılan Köy Enstitüleri, 1954 yılına varıldığında, dönemin Demokrat Parti iktidarı tarafından da temelli kapatılır.
Atatürk’ün “çağdaş Cumhuriyet” hedefini tam 12’den vuran ve ülkemizi de bugünlerin karanlığına savuran işte bu büyük suikasttir.
O gün bugündür Atatürk Cumhuriyeti bağımsızlığından, kalkınmasından, halkın refahından, huzurundan, barışından, insan haklarından, çağdaş demokrasiden, temel haklardan ve özgürlüklerden, ulusal birliğinden bütünlüğünden ne çok kayıp verdi, neler neler yitirdi?
Her şeyiyle adeta geleceği ipotek edildi.
İnsan düşündükçe olanı biteni, o günleri, bugünleri, gafleti, dalaleti, hatta ihaneti; rahatça suçlamalı hem kendini ve hem de herkesi.
1946 seçimleri öncesinde, Cumhuriyetin bütün yoksul köyler için planladığı “Köylüyü Topraklandırma Yasası”na karşı, iktidarda bulunan CHP içinden Bayar ve Menderes’in başını çektiği bir grup milletvekili ayrılır ve Demokrat Parti’yi kurarlar.
Köy Enstitüleri’ne de zaten şiddetle karşıdırlar.
1950 seçimlerinde iktidar olurlar.
Gerici ittifakları ile birlikte Toprak Reformunun da Köy Enstitülerinin de canına okurlar.
Kapısına kilit vururlar.
Cumhuriyet kurulduğunda ülkede okur-yazar oranı yüzde beşi bulmaz.
Nüfusun yüzde sekseni de köylerde yaşar.
Bunun üzerine Atatürk, Köy Enstitüleri’nin düşünsel temelini atar.
Atatürk’ten hemen sonra gelen Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, milli eğitim bakanı Hasan Ali Yücel ve eğitimci İsmail Hakkı Tonguç ile birlikte, 1940 yılında bugün 17 Nisan’da, 21 köyde Köy Enstitülerini açar.
Köylerden gelip önce “iş için, iş içinde yaparak eğitim” ilkesiyle eğitilen öğretmenler, yine köylerine gönderilirler.
Böylece bozkırda o muazzam eğitim mucizesine girişirler.
Köy Enstitülerinde yetişen ve köylere gönderilen bu öğretmenler hem bilim-sanat-düşünme öğrendiler hem de köylere modern ziraat, sağlık, inşaatçılık, demircilik, terzilik, balıkçılık, arıcılık, bağcılık, marangozluk götürdüler.
Öğrencilerinin yanı sıra köylülerle de seferberlik içinde, birlikte öğrendiler, birlikte ürettiler.
Üretim içinde eğitim, üretim için eğitim sürdürdüler.
Köy Enstitülüleri, bozkırın bağrında, Türkiye’nin aydınlık geleceği içindiler ve öyleydiler.
Ülkenin 21 noktasından yayılan birer ışık kaynağı idiler. Karartılmasaydılar, ülkemizin bugünleri için de birer meşaleydiler.
Modern ve mutlu Türkiye’yi yaratmanın, demokratik geleceğinin, çağdaş toplum ve çağdaş cumhuriyetin, özgürlükçü demokrasinin o büyüleyici, özgün ve örnek, muazzam projesi olan Köy Enstitüleri’ne o günlerde vurulan darbe, Cumhuriyetin canına kasteden ilk ve en büyük toplumsal suikastidir!
Bu büyük suikast ile, bozkırda yarım kalmış bu büyük aydınlanma mucizesini ve öncülerini kıvançla anıyoruz.
Köy Enstitüleri’yle başlayan bu büyük suikast, o gün bugündür süren ve sürmekte olan nicelerinin de anası olmuştur.
Tetikçileri değişse de azmettiricileri hep aynı kalmıştır.