29 Mayıs 1985… Yeni yeni alevlenmeye başlayan futbol sevdam o gün büyük bir darbe almıştı. Juventus ile Liverpool arasında oynanan Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası Finali’nde Platini’yi izlemeyi düşlerken kavga eden, birbirlerini ezen seyircileri görmüş; futbolun çirkin yüzüyle tanışmıştım. Oysa böyle olmamalıydı; sonuçta futbol bir oyundu ve bu oyunda sporcu en fazla rakibin darbesi ile yere düşüp sonra yine rakibinin yardımıyla hemen kalkmalıydı. Seyirciler sadece skora üzülmeli, futbolcular maç sonunda birbirlerine sarılıp sahayı terk etmeliydi. Hayatımızın en güzel renklerinden biri birkaç holiganın insafına bırakılmamalıydı.
Sporda artan şiddet üzerine yazdıklarımın sonucunda sözü “Nerede bu devlet?” diye bağlayacağımı sanmayın! Ne kadar sıkı tedbirler alınırsa alınsın, tedbirleri uygulayanları da esir alan fanatizm sorununun çözüleceği tek yer insanların vicdanıdır kanaatimce. Eğer vicdansızlığı spor sevgisi gibi algılama saflığını bırakmazsak hiçbir yaptırım spor sahalarındaki şiddetin önüne geçemeyecek, birçok gencimiz bu ortamda ziyan olup gidecek ne yazık ki.
Neyi bekliyorsunuz? Bu sorunun muhatabı, takımı için ölmeyi hatta öldürmeyi dilinden düşürmeyen, takımının renginden başka renge tahammül edemeyen; tribünde en kutsal değerlere en olmadık sözleri söyleyen taraftarlardır. Sahada yapmadığı pislik kalmayan sporcuları “Aslında özel hayatında iyi çocuktur.” diye aklayan, tuhaflıklarıyla bizi futboldan soğutan spor yorumcularıdır. Taraftarlarına nefret tohumları eken, her iki kelimesinden biri “hakem” olan şımarık ve kaprisli yöneticilerdir.
Gerçekten bu soruyu büyük bir merakla muhataplarına iletiyorum. Bu gidişin sonunun iyi olmadığını benim kadar onlarında bilmesi lazım. Tehlike hızla büyüyor ama kimse umursamıyor. Yöneticisi, sporcusu, taraftarı tehlike sinyallerini dikkate almayıp yine bildiğini okuyor. Peki aklınızın başına gelebilmesi için illa büyük bir travmaya mı ihtiyaç var? Çok insanımızı heba ettiğimiz zaman mı vicdanınızda kıpırdama olacak? Eğer sporu nefret ortamına çevirmeye devam ederseniz büyük acılar yaşamamız kaçınılmaz. Artık gerçeği görün ve çok geç olmadan gerekli kişisel tedbirlerinizi almaya başlayın. En başta kendinizi holigan olarak görmekten ya da tarif etmekten vazgeçin. Kutsallaştırdığınız takımlarınız adına şiddet uygulama özgürlüğünüzün olmadığını kabul edin.
Yeni Kayseri-Sivas Trajedisi Yaşanmasın, Yaşanmamalı…
17 Eylül 1967 tarihinde yaşanan spor tarihimizin en acı vakasını futbol hakkında konuşurken mangalda kül bırakmayanların çok iyi bilmesi gerek. O günlerde şimdi Beşiktaş-Bursa ya da Fenerbahçe-Trabzon gerginliğine benzer bir durum vardı Sivas ile Kayseri’nin arasında. Maç öncesi ve maç esnasında iki takımın taraftarları arasında başlayan gerilim sonucunda büyük bir facia meydana gelmiş; 43 taraftarın hayatı kaybettiği, 300 den fazlasının da yaralandığı olaylarda birçok gencimiz bir hiç uğruna hayatını kaybetmişti. Spor tarihimizin en karanlık sayfası artık çok gerilerde kalmış olabilir ancak benzerlerinin spor dünyamızı esir alan şiddet ortamında tekrarlanma olasılığının azımsanmayacak kadar çok olduğunu düşünüyorum.
Şifo Bile!!!
1980’lerin sonunda Kahramanmaraşspor’da yıldızı parladıktan sonra transfer olduğu Beşiktaş formasını uzun yıllar başarıyla terleten Şifo Mehmet’i nasıl bilirsiniz? Benim izlediğim en yetenekli aynı zamanda centilmen futbolculardan biriydi Mehmet Özdilek. Ancak Fatih Terim’in üstün çabalarıyla adeta bir savaşa dönüşen 2005 yılındaki Dünya Kupası eleme maçının bitiminde, İsviçreli oyuncu Huggel’e tekme atan Mehmet Özdilek, fanatizmin en aklı başında olanı bile nasıl yoldan çıkarabildiğinin kanıtıdır. Gergin maçtan sonra rakip futbolcuları soyunma odasına kadar kovalayanlar değil de yardımcı antrenörümüz Mehmet Özdilek’in hareketi açıkçası benim gibi birçok sporseveri şok etmişti.
Yetişkinlerin sınırsızca sorumsuzluk yapabildiği böyle bir atmosferde spor sevgisini içselleştirmiş ve yaşam biçimi haline getirmiş nesiller nasıl yetiştiririz! Tekrar ediyorum: Kendinize gelmek için neyi bekliyorsunuz?