Oturduğumuz binanın yanında bulunan ve kentsel dönüşüm kapsamında yıkıma giren bir binanın yıkım aşamasını yaklaşık bir aydır izliyorum.
Çevreye verdiği gürültü, toz, mal ve can riski gibi rahatsızlıktan bahsetmeyeceğim çünkü bu dayanılması zor duruma birçok kişi maruz kalmış veya kalıyordur. Zira bu konuda Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının, yıkım esnasında insan ve çevre sağlığı ile güvenliğine zarar verilmemesi hakkında yönetmeliği var.
Asıl mesele yıkım işini üstlenen müteahhitin ne işçiler ne de çevre için oluşabilecek potansiyel riskler konusunda önlem almamış olması. Oysa yıkım işleri de yine aynı bakanlıktan yetki belgesi alan yıkım müteahhitleri tarafından yapılıyor ve bu belge yıkım esnasında güvenlik ve sağlık kriterlerini karşılayabilecek yetkinlik ve yeterlilikte olan kişilere veriliyor.
Hani “boynun eğri” denilen deve demiş ya “Nerem doğru ki” diye işte tam da bu söyleme uygun bir örneğin tanığıyız aslında.
Neyse devenin boynunu düzeltme şansımız olmadığı için en iyisi gözlemlerimi aktarmaya devam edeyim.
Binada oturanlar evlerini boşaltırken ne kadar atılacak eşyaları varsa bırakıp gitmişler. Kapı, pencere vesaire sökülünce her katta dolap, koltuk, giysi, kap kacak, tüp gibi bir sürü eşya rahatlıkla görünür oldu.
İşin planı ve iş sıralaması mutlaka vardır. Ancak iş, sanki işçilerin canları o gün hangi katta çalışmak ve hangi işi yapmak istiyorsa gibi devam ettiği için iş sıralamasını anlamak pek de mümkün görünmüyor. Bir gün en alt kattalar bir gün üst, bir gün orta katta, açıkçası mantık çerçevesinde çözülecek gibi değil.
“Çözüp de ne yapacaksın?” diyeceksiniz, haklısınız da. Mesleki deformasyon diyelim yani yıllarca denetçilik yapınca insan proseste mantıklı bir akış arıyor.
Bir binanın yıkılabilmesi için önce dört duvar haline gelmesi gerekiyor ya işte bu sebeple kapı, pencere, lavabo, klozet, küvet, kalorifer boruları, petekler, pimapen doğramalar, balkon ve pencere demirleri ne varsa sökülüyor.
Dağınık bir çalışma şekli olsa da buraya kadar tamam. Şimdi gelelim iş ve sağlık güvenliğinin ihlaline. Yıkılan bina ile çevresinde bulunanlar birbirine o kadar yakın ki mesela keser ile patlatılan balkon camının kırıkları yan binanın balkonuna veya camına fırlayabiliyor. Çalışma alanı müsait olmadığı için apartmanlar arasına yerleştirilen kamyonun kasasına üst katlardan aşağıya atılan döküm petek, demir korkuluk, termosifon vesaire gibi ağır malzemelerin çarpma hızı ile küçük parçalar etrafa sıçrayabiliyor.
Neyse komşuların şikayeti üzerine günler sonra binanın etrafına iki metre yüksekliktliğinde bir paravan çekildi ancak yıkılan bina altı katlı olduğu için yine de tedirgin oluyor insanlar ve işin başında bir yetkili olmadığı için işçilerle tartışıyorlar zaman zaman. Aynı anda kimbilir kaç yıkım işi almış olan müteahhit hangisinin başına yetkili atasın ki? Benimki de laf işte.
Aslında çalışanların hiçbirinde koruyucu ekipman olmaması da bu tedirginliğin artmasının sebeplerinden birisi. Çünkü kendi canına değer vermeyen başkasının canını, malını düşünür mü hiç?
Mesela üst katta birisi hilti ile tabanı delerken alt katta da birileri başka bir iş yapıyor ve kafalarına beton parçası düşünce ancak birbirlerine bağırıyorlar. Bir diğeri balkon demirlerini kesip aşağıya atarken başka birisi de pantalon kemerinden tutarak onun güvenliğini sağlıyor aklı sıra ve bu arada aşağıda bekleyenlerin kafasına düşen fayans, beton parçası gibi şeyleri fark edince onları da çekil diye uyarıyorlar.
Kafalarında kask bile olmadan çalışan işçilerin yaptıkları kontrolsüz ve denetimsiz yıkım işinin bitmesine daha iki aylık zaman varmış. Umarımbu şartlarda kimsenin canına bir zarar gelmez.
Anlatmakla bitmeyecek olan gözlemimde en vahim olanı ise bu kadar riskli bir işte iş sağlığı ve güvenliğinin ihlal edilmesine ve işin ehil olmayan kişilerce yapılmasına artık şaşırmıyor olmamız.