Azra Erhat, “Sevgi Yönetimi” kitabında “özgür insan”ı anlatır…
“Bir toplum düzenini herkesin belli kurallara uyma ilkesi üstüne kurmak kolaydır. Hiç direnmeden, bir efendiye ya da Kur’an’a boyun eğen, gözü kör bir insan yetiştirmek kolaydır. Ama, insanı özgürlüğe kavuşturmak için onu kendi kendini yönetir hale getirmedeki başarı başkaca üstün bir başarıdır.”
Saint-Exupery bu sözleri ‘Savaş Uçuşu’ kitabında söylüyor.
İkinci Dünya Savaşında Hitler ordusu Fransa’yı işgal etmeye başlayınca, Fransız halkı güneye doğru çorap söküğü gibi akıp göç etmeye başlar. Yollar insan selleriyle, kırık dökük taşıt kervanlarıyla dolup tıkanır. O sıralarda askeri uçaklardan ne kalmışsa, keşif uçuşlarına gönderilir. Saint-Exupery de böyle bir anda yaptığı anlamsız uçuşu anlatır, kitabında…
Havadan gördüğü yıkıntıyı, çözüntüyü, insanların sürüler gibi darmadağın sürülmelerini anlatır. Yıkıntı tamdır: yurt, toprak, toplum diye birşey kalmamıştır. O anda uçan adam, sözüm ona savaş pilotu, yerden, yağan Alman uçaksavarların ateşi içinde ölebilir, o anda ölmek ya da kalmak önemli değildir, ölecek ya da kalacak olanın ne olduğunu bilmektir önemli olan. Bunun içindir ki varlığının bir bilançosunu yapmaya koyulur Saint-Exupery, insanın asıl varlığı kültürü ve o kültüre renk veren insancıllığıdır. Nasıl bir insancıllığın insanıyım ben diye soruyor kendi kendine Saint-Exupery. Bir hümanizmaya dayandığını biliyor: “Benim uygarlığım” diyor, “insanlar arasındaki ilişkileri bireyin ötesinde, insana saygı ve inanç üstüne kurmuştur, o amaçla ki her ikisi kendi kendine ya da başkasına karşı davranırken, karıncalar gibi, körü körüne bir töreye bağlı kalmayıp, sevgisini özgürce gerçekleştirebilsin.”
Güzel! İnsancı sıfatını hak eden bir uygarlık bu. Ama kökü kaynağı nerede?
İşe burada Saint-Exupery uygarlığının da insancıllığının da Hristiyanlıktan, yeni bir dinden, bir Tanrı dininden geldiğini kabul etmek zorunda kalıyor ve sayfalar boyunca sayıyor uygarlığının hangi insancı değerlerden meydana geldiğini ve bu değerlerin hangi din kaynağından çıktığını. Eşitlik, kardeşlik, toplumsal sorumluluk, dayanışma, insana saygı ve sevgi, ödev ve görev kavramları, bunların hepsi Hristiyanlığın ortaya koyduğu değerlerdir. Bunları bir dinden almış ve sürdürmüştür Fransız uygarlığı…
Kitabın bundan sonra ki bölümünde Saint-Exupery daha ileri giderek aynı değerlerin Tanrıyı ve dini ortadan silen bir toplum düzeninde nasıl gerçekleştirildiğini incelemeye koyulur. Ard arda bir sürü sorular sorar kendi kendine… O sorulara yanıt bulmak, sarsıcı ve yıkıntılı savaş anında ölüm kalımdan daha önemlidir, çünkü asıl ölüm kalım sorusu budur. İnsanlar ölür, uluslar yok olur, ülkeler yer yüzünden silinebilir, ne var ki insanın değer bildiği kavramlar kalacak mı, ölecek mi, sorun oradadır. Kalacaksa, nasıl gelişip de dayanacaktır savaş yıkımına?
Nereden geliyoruz, nereye gidiyoruz?
Bundan önemli soru olamaz. Öyle bir soru ki, savaşta da barışta da hep sorulması gerekir, çünkü odur bizi bilince erdirecek.”
Olay budur, dostlarım: kavganın asıl nedeni budur, özgür insan mı yoksa bağımlı, bir karanlık içinde tutulan ve insani özelliği olmayan yalan insan mı?
Anaerkil dönemde tarımı bulan kadın, sonrasında bulduğu tarım ile ortaya çıkardığı zenginlikte üstünlüğünü kaybetmiş ve erkek ile başlayan ataerkil dönem insanlığa onca teknolojik üstünlüğüne karşın doymak bilmeyen arzuları nedeniyle sadece kan ve gözyaşı getirmiştir…
Emperyalizm amacına ulaşabilmek için şeytanla da işbirliği yapar. Bugün şeytanlar yalnızca eline silah alan katiller değildir. O insanları karanlık içinde tutup ta küçüklüğünden itibaren aklını ele geçirip, robot konumuna getirip ve zamanı geldiğinde özgür insanın karşısına çıkarıp öldür dediğinde ona der ki ölümün senin için bir mükafattır artık cennette yaşayacaksın… O yüzden tek kitaplı ile mücadele etmek çok zordur…
Çocuklarınızı çok kitaplı bir kültür ile yetiştirin, sevgili anneler ve mutlaka çalışın..
Bu mücadele uzun sürecektir..
Onlar öldürürken ne tetiği çeken elleri ne de olmayan vicdanları nedeniyle içlerinde en ufak bir acıma duygusu olmayacaktır. Biz ise onlar gibi olamayız.. Biz onların insana dair içlerinde kalmış en ufak bir işareti yakalayıp o karanlığı aydınlığa çevirmek zorundayız..
O yüzden korkmayacağız, korkmayacağız…
Daha fazla sosyal yaşamın içinde olacağız.
Unutma, karanlık ev ile başlar..
Eve çekildiğin an özgürleşemezsin…
Özgürleşemeyen insanın bir yaşamı ve bir anlamı yoktur…
Özgürleşmenin ilk adımı soru sormaktır.
Çocuklarınızın soru sormasını teşvik edin…
Ve sorusu olmayandan korkun.. Çünkü aklı ele geçirilmiş bir iblistir, o… Emperyalizm iblisleri sever…
Sonuçta binlerce yıldır süren bu mücadele, gerçek ile yalan arasındaki mücadeledir…
Burası “yalan dünya” değil “gerçek dünya”dır…
Ve biz bu dünyaya çok büyük bir rastlandt sonucunda geliriz. Anne ve babamız ile gözümüzü açtığımız topraklar kaderimizdir. Kaderimizin bütün yaşamımızı yönetmesine izin vermek demek aklı bize veren Allahı inkar etmek değil midir?
“Basit yaşa ki başkaları da var olabilsin.” Gandhi
“Var olan gerçeklikle savaşarak asla bir şeyleri değiştiremezsiniz. Bir şeyi değiştirmek için mevcut modeli geçersiz kılacak yeni bir model inşa edin.” Buckminster Fuller
Saygılarımla…