Kelimelerin, cümlelerin, seslenişlerin hayatın sesi olmak gibi bir anlamı vardır. Hayat biraz da kelimeler, cümleler ve seslenişlerdir. “Önce kelime vardı” diye başlar bazı kutsal metinler. Kelimelere verdiğimiz anlamlar ise aslında bizi belirler. Kelimelerin gerçek anlamından ve özünden uzaklaşan insanoğlu, kendine ve hayatına yabancılaşmış biri olarak nefes almaya devam eder.
Günümüz insanı kendini insan yapan anlamlardan ve özünden uzak yaşamayı sürdürür. Bu uzaklığın farkında olmamak ise yabancılaşmadır.
En basitinden örnekler verelim.
Okumak eylemine günümüz insanının verdiği anlam, kendisine gelen mesajları okumaktan ya da kendisine okuması zorunlu kılınan metinleri okumak ibaret. İşin özü; okumuyoruz. Okuduğumuzu sanıyoruz. Kitaplardan, dergilerden ve yazılı tüm eserlerden uzak yaşıyoruz.
Yazmak da bir eylem, bir uğraş ve insanı insan yapan bir olgu. Ama günümüz insanının yazmaktan anladığı, sanal alemde, cep telefonunda, çok sosyal medyada birilerine bir şeyler yazmaktan başka bir şey değil. Kalem tutmayı unutacağımız günlere gidiyoruz. Kalemin yerini cebe ve tabletlere dokunan parmaklar alıyor. Ve insanoğlu yazdığını klavyenin geri tuşuyla siler gibi yarınlarını ve geleceğini de siliyor birkaç dokunuşla ve farkında bile olmadan. Mektupların yerini mesajlar aldı vesaire. Teknoloji insan için iyi bir şey elbette ama insanı esir alan bir teknolojik saldırının gönüllü neferleri olduğumuzun farkında değiliz. İletişim için kullandığımızı sandığımız çok sosyal medyayı hayatımızın tüm alanını işgal eden ve giderek büyüyüp bizi de yutacak olan bir sanal yaratığa çevirdik. Ya da amaçlanan zaten buydu da biz o amacın gönüllü esirleri olduk. Öyle ki çok sosyal medyayı kullanmayanlara garip garip bakanlarımız bile var. Çok sosyal medyanın içinde yaşayıp o dünyayı gerçek sanan, zanneden ve inanan milyonların kendini bu dünyaya esir, tutkun ve vurgun kıldığı bir hayatı yaşıyoruz. Bir kahvede iki çay içmeye oturan insanların birbirlerine değil cep ve tablet ekranlarına baktığı ve arada birbirlerine ve çevreye baktıkları günümüz dünyasında, kimlik numaralarımızın birileri tarafından ele geçirilip internette yayınlanmasına neden şaşırıyoruz?..
“İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır” diyen şair İsmet Özel, bu şiiri kaleme aldığında dünyamızda çok sosyal medya denen illet yoktu. Bu şiirin yazılması için insanların sağırlığı yetiyordu. İnsanların birbirlerine ve hayata olan sağırlığı, ömür dediğimiz şeyin öylesine gelip geçmesi için yetiyor. Kimsenin kimseyi duyduğu ve dinlediği ve anladığı yok. Çok sosyal medyalarda beğeniyor, yorumluyor ya da paylaşıyoruz ya o yetiyor hepimize. Gerektiğinde vatanı bile iki parmak hareketi ile klavye, tablet ve telefon başında kurtarıyoruz, oluyor, bitiyor. Olanın bitenin çok ve çabuk olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Şair“o ferah ve delişmen birçok alınlarda betondan tanrılara kulluğun zırhı vardır” diye sürdürüyor şiirini. İnsanoğlu kendi yarattığı çok sosyal medyalara esir olmuş hayatının farkında bile değil.
Biraz da “nerde çokluk orda yokluk” diyebileceğimiz bir mesele bu. Çok sosyal medyaların olduğu yerde insanlar çok. Kitapların olduğu yerde ise insanlar yok.
Mesele sadece çok sosyal medyaya esir olmak meselesi değil. Mesele daha derin. Kelimelere verdiğimiz anlamların bizi bizden ve biz olmaktan alıkoyması. Kelimelere verdiğimiz anlamların kelimelerin gerçeğinden bizi uzaklaştırması ve bizi insanlara ve hayata inanmaktan etmesi. Bir kere inançtan ve inanmaktan yoksun kaldığınızda, o yoksun kalmalar sizi siz olmaktan çıkarır. Kısacası; “yokken sen; sen değilsin…”