Zamanın bir yerinde, bir yerlerde, birileri gidecek, yitecek ve ölecek. Zamanın şimdiki zaman kipinde bir yerlerde birilerinin gittiği, yittiği ve öldüğü gibi. Ve hayatımızdan yitip gidenleri ölü, ölmüş ve yitip gitmiş saymakla başlayacak gerçek ölüm.
Bildik ve beylik sözlerde geçer ya; unutulursa ölür insan, diye. İşin aslı öyle değil. Unutma ile hatırlama ile unutmamaya yeminler etmek ile ilgisi yok ölümün ya da ölmüş sayılmanın. Bir olayı, bir insanı, bir hayat parçasını ölüm kelimesi ile anmanız ve öldü kabul etmeniz ile başlar o olayın, insanın ya da hayatın ölümü.
O hayat parçasının, o olayın ya da o insanın öldüğünü dile getirmeniz ile başlar ölüm. Bedenen ve nefes alarak hayatınızda var olduğuna inandığınız ne ya da kim varsa; onu öldü saymanız ve kabul etmeniz ile yok ederseniz o olayı, o insanı, o hayatı.
Sizin ölüm kavramı ile artık yok olduğunu kabul etmeye başladığınız o biri, o hayat parçası, o olay, size yardımcı ölüm kabul ettiriciler ile yok oluşunu gözlerinizin önüne serer. Yakınlarınız ya da yakın saydıklarınız başınızın sağ olmasını diler, yanınızda olduklarını dile getirir, yemek getirir, helva karar ve ölü kabul ettiğinizi gömeceğiniz saate kadar da sizi bırakmazlar. Sabır dilekleri, mesajlar, ah’lar vah’lar ve yalan dünyaya dair beylik cümleler ile beyninize ölümü ve ölenin yok oluşunu dikte ederler.
Resmi kayıtlara geçerler ölümü. Ölüm nedeni, ölüm saati ve ölüm yeri kayıtlarda yerini alır. Ölenin gömüldüğü yere kadar yazılıdır defterlerde, kayıtlarda ve bir yerlerde. Sağlar kaybolur, ölüler kaybolmaz. Ölülerin kaybolma, kaçma ve uzaklaşma yeteneği yoktur.
Hayatınızda her şey bir kabul ile başlar ve sürüp gider. Doğmanız anne babanızın kabulü ile mümkündür. Yaşamanız sizin yanınızdakilerin kabulü ve kararları ile olasıdır. Evlenmeniz, boşanmanız, yaşadığınız yer, emek verdiğiniz bu hayat, sizin kabullerinizin bir sonucudur. Ölüm de bir kabulün ve kabullenmenin bir sesidir. Kim olursa olsun, hayatınızda kaç insanı daha nefes alırken ve hayatınızın bir yerlerinde varlarken ve hatta defalarca öldürdüğünüzü bilmiyor musunuz? Kardeşim dediklerinizi, canım dediklerinizi, arkadaşım, dostum, sırdaşım dediklerinizi hayatın ve zamanın bir yerinde öldürüp yok saymadınız mı?.. Kardeşliğiniz, can oluşunuz, dost, arkadaş, sırdaş oluşunuz nerede kaldı?.. Yaşanmışlık dediğimiz o müthiş duygu, düşünce ve nefes alma dünyasını kendiniz yok etmediniz mi?.. Daha dün yanınızda hatta hayatınızın içinde olan insanları bugün tanımazdan gelecek kadar içinizde ve hayatınızda yok saymıyor musunuz? Öldürmek denen eylemi kendi ellerimiz, duygularımız ve düşüncelerimiz ile birbirimize acımasızca uygulayan birer varlıktan ibaret değil miyiz nicedir?..
Ölüm dediğimiz toprağa gömüp sonra da çekip gitmek ile başlayan bir kavram değil. Günün her anında birilerine bakmadan geçerek, selamsız adım atarak, gülümseme ve içtenliği unutarak başlıyoruz günlük cinayetlerimizi işlemeye. Sonrası ise uzmanlık gerektiren cinayetler. Bir zamanlar canımız olan insanları yok sayarak, kardeş ya da canımız olanları tanımazdan gelerek profesyonel cinayetler işliyoruz. Geçmişteki güzel günleri birer anıdan ve eskiden ibaret sayıp unutup yok saymak ise bir başka cinayet türü. Ya da kardeş, can, dost, arkadaş, eş, bilmem ne sayıp sevdiğimize emek vermemek de cinayetin yaygın türlerinden biri.
Kabullenmek ile başlıyor ölüm. Emek vermemekle de bitiyor ömür dediğin. Nitelemeler, sıfatlar ve imajlar çağı diyebileceğimiz bir çağdan insanın çok sosyal mezarlık diyebileceğimiz mobil, sanal ve aptal bir ortama esir olduğu bir çağa geçtik. Çağlar değişirken öldürmeyi ve ölmeyi hiç ihmal etmedik.
Not: Yazı başlığı Ülkü Tamer’in Çünkü Çarşılardan Geçtim şiirinden alınmıştır.