Ne düşüneceğim?
Bütün Cumhuriyetçileri!
Cumhuriyet Halk Partili
bütün yurtseverleri!
Atatürkçüleri!
Kemalistleri
düşünüyorum!
En tepeden,
en alt birimlere;
üyesinden seçmene;
birbirlerine sorular
sorsalar diyorum!
Biri sorsa, diğeri dinlese;
sonra sıra dinleyene gelse!
Böyle devam edip gitse ve
tamamı bitse diyorum!
Diyelim ki:
“Şu anda, şu koşullarda ülkede,
her şeyden önce ve en başta
gelen birinci görev;
Atatürk’ten emanet olan
ülke bağımsızlığı ve laik
demokratik Cumhuriyeti,
devrimleri, çağdaş birikimleri,
temel hakları ve özgürlükleri,
yurttaşlık onuru ve toplumsal
bütünlüğü ve ulusal birliği,
dünden bugüne demokratik
bütün kazanımları, bugünü ve
geleceği kurtarmak, kazanmak,
yeniden kurmak, savunmak ve
korumaktır.”
Denilse, buna karşı çıkacak
olan tek bir kişi bulunur mu?
Elbette bulunmaz.
Peki, devamla:
“İçeride, orantısız ve amansız rekabet
hesapları ile durmadan kuşun kanadının
suya değip değmediği, meleklerin cinsiyeti,
armudun sapı ve üzümün çöpü ile lüzumsuzca
meşgul olmak, kendi kendinin altını oymaktır.
Arabayı atın önüne koymaktır.
Bindiği dala balta vurmaktır.”
Denilse, karşı olan tek bir kişi
çıkar mı?
Ne mümkün?
Elbette çıkmaz.
Yine devamla:
“Sorun ortadadır ve tehlike açıktır.
Bağımsızlık ve bütün çağdaş kazanımlar,
laik toplum ve yaşam tarzı, vazgeçilmezdir.
Varlığımızın ve geleceğimizin yegane temeli
budur.
Bu temel, hepimiz ve her birimiz için,
tek vazgeçilmezdir.
Bizi bu temelden mahrum etmek isteyen,
iç ve dış güçler hep bulunmaktadır.
Buna karşı birlik içinde olunmalıdır.”
Denilse kim kaşı çıkar ki?
Hiç kimse elbette.
Devam:
“Devrimle kurulan Atatürk Cumhuriyeti’ni
yeniden kazanmak ve savunmak için,
Atatürk’ün o büyük söylevindeki gibi;
Bir yurttaş olarak, yurtseverlik adına,
vazifeye atılmak için, içinde bulunulan
koşulların ve durumların zorlukları
düşünülmemeli.
Bağımsızlık ve cumhuriyete kastedenler,
her zaman, çok güçlü gibi görünebilirler.
Cebren ve hile ile cumhuriyetin bütün
kalelerini zaptetmiş olabilirler.
Daha da vahim olanı, iktidar sahipleri gaflet,
dalalet ve hatta hıyanet içinde de bulunabilirler.
Hatta, şahsi menfaatlerini, her şeyin üstünde de
tutabilirler.
Millet, halk, toplum, umutsuzluk ve çaresizlikle,
fakrü zaruret içinde bitkin düşmüş de olabilir.
İşte, bu durum ve koşullar altında dahi vazife;
anayasal ve demokratik haklarımızı kullanarak
ülkemizi, bağımsızlık ve Cumhuriyeti, özgürlükçü
demokrasiyi, hakkı, adaleti savunmak, yeniden
kazanmaktır.”
Denilse, tek bir sözcüğüne karşı bile itirazı olan
tek bir kişi olur mu?
Elbette olmaz.
Hiç olur mu?
Peki;
“Bu durumda, Türkiye Cumhuriyetini kuran
Cumhuriyet Halk Partisini demokrasi,
cumhuriyet, hürriyet ve adalet için
ilk seçimlerde iktidara taşımak,
her bir cumhuriyetçi için
yegane görevdir.”
Denildiğinde, kim karşı çıkar?
Neden çıksın ki?
Elbette çıkmaz.
Kesin çıkmaz.
Asla çıkmaz.
Peki öyleyse, durum ve koşullar ortada.
Peki o halde, sorun nerededir?
Peki o halde, sorun kimdedir?
Peki o halde, sorun nedir?
Nerede, kimde olacak?
Kalanlardan gidenlere;
gidip tekrar dönenlere,
kızanlardan köpürenlere,
övenlerden yerenlere kadar
sorun da, dert de bellidir.
Hiçbirisi düşünsel değildir.
Hiçbirisi siyasal değildir.
Temeli şahsi rekabettir.
Tamamı kişiseldir.
Kimisi bencillikten,
kimi hırs yüzündendir.
Çünkü bu koşullarda,
Hiçbir gerekçe ve neden,
Atatürk Cumhuriyeti ve
özgürlükçü demokrasi
karşısında haklı değildir.
Ayrıca, bütün olup bitenler
karşısında yetki nerede ve
kimlerdeyse, sorumluluk da
üzerindedir.