İnsan hayatı bir anlamda hızlı akan dere suyu gibidir. Zigzaglar devamlı vardır ve olması da doğaldır. Yaşam yolculuğunda atılan bütün adımların doğru olması mümkün değildir. Yanlış ve doğrudan ziyada öne çıkan ya da dikkate alınması gereken yanlışların çözümlendiğinde ya da analiz edildikçe kazanılanların ve edinilen bilgilerin zaman içinde duygu ve düşüncelerinin de yerine oturmasıyla kaynaşmasını müteakip kendimizi bulmaca tanımlamaya başlarız. O nedenle insani bir hareketiyle tanımlamak doğru değildir. Doğru olan bir insanı ölüm anı ile birlikte görmek, ve tanımlamak onun nasıl yaşadığının bir anlamda bize özetini verecektir.
Nazım ilk şiirini 13 yaşındayken Çanakkale’de ölen dayısı için yazar. İstanbul’da Heybeliada Bahriye Mektebi’ni bitirir, gemiye atanır, kruvazör güverte subayı iken geçirdiği çok ciddi sağlık sorunu nedeniyle çürüğe çıkartılır. Anadolu’ya milli mücadele saflarına katılmak için Anadolu’ya gider. Verilen görevleri yapar. Ve o zaman şu şiiri yazar:
“Denizin içinde,
dibinde,
uskumrudan,
kefalden,
torikten çok
denizaltının kaynaması umurumda değil,
Anadolu’ya gidiyorum, M. Kemal Paşa’ya.” der.
M. Kemal, Nâzım ve arkadaşlarını Ulusal Kurtuluşçuların matbaasından halkı Milli Mücadele’ye çağıran bildiri ve mısraların basılması için görevlendirir.
1921 yılında , Kurtuluş Savaşı döneminde Beyoğlu’nun Yunan bayraklarıyla donatıldığını görmesi üzerine Ağa Camii’nin avlusuna girerek, bu mısraları yazar:
“Havsalam almıyordu bu hazin hali önce
Ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce
Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım;
Allah’ımın ismini daha çok candan andım
Ne kadar yabancısın böyle sokaklarda sen
Böyle sokaklarda ki, anası can verirken
Işıklı kahvelerde kendi öz evladı var
Böyle sokaklarda ki, çamurlu kaldırımlar” (Sayın Arınç bu şiirini cami açılışında okudu.)
Sonra Rusya’ya geçer. Ekonomi-siyaset okur. . Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’nde (KUTV) yüksek öğrenimini tamamlar. 1924 yılında ülkesine döner. Artık siyasi bilinci yavaş yavaş oturmaya başlar. Sosyalist-yurtsever çizgisindedir. Mustafa Suphi ve 15 arkadaşının öldürülmesinde ise kendini kaybeder ve öfkesinden bu satırları yazar:
“Trabzon’dan bir motor açılıyor
Sahilde kalabalık!
Motoru taşlıyorlar
Son perdeye başlıyorlar!
Burjuva Kemal’in omuzuna binmiş
Kemal kumandanın kordonuna
Kumandan kahyanın cebine inmiş
Kahya adamların donuna
Uluyorlar.
Hav.. hav.. hav.. tu
Yoldaş unutma bunu
Burjuva ne zaman aldatsa bizi
Böyle haykırır
Hav.. hav.. hav.. tu”
Nazım’ın öfkesinden yazdığı bu satırlar sonradan ne kitaplarında ne de başka bir yerde tarafından sonrasında değer görmemiştir.
Nazım, Rusya’ya gitmeden önce yapmış olduğu çalışmalar hep birileri tarafından karartılmaya çalışılmıştır. Nazım’ın bildiri ve şiirleri Anadolu’da Kuvayı Milliye’ye asker toplarken, Atatürk’ün ölümüne yakın ona hain yaftasını yapıştıranlar, o günlerde Yunan uçaklarına “Mustafa Kemal’in katli vaciptir!” fetvasını yükletip halkı kışkırtır. Üstad N. Fazıl da “Din düşmanları telaş içinde Rize’ye top yağdırıyor” diye yazar.
Nazım, komünist olması nedeniyle hakkında çıkartılan karalama ve komplolar nedeniyle 28 yıl hapse mahkum edilir ve 12 yıl yattıktan sonra afla çıkartılır. Askere gönderileceği ve öldürüleceği düşüncesiyle daha sonra yurt dışına kaçar. Sabahaddin Ali öldürülmüştür.
Stalin’i övüyor diyorlar.
1945-46 yılında Stalin’i övmeyen mi var. Rus askerinin o meşhur Stalingrad direnmesi olmasa Hitler faşizmi tüm dünyada insanlık soy kırımı yapacak ve dünyayı faşist bir düzlem içine oturtacaktı. Bunu engelleyen Stalin’in yönetiminde ki Rusya olmuştu.
Nitekim daha sonra yazdığı bir tiyatro nedeniyle orada da bertaraf edilmiştir. “Nazım Hikmet’in Macar isyanının bastırılması ve Hacıoğlu Salih’in Stalin tarafından sürgüne gönderilmesinden sonra yazmaya başladığı ünlü oyunu. Oyunda, çalışkan bir sosyalist önderin, yakın çevresindekilerin yalakalıklarıyla nasıl putlaştırıldığı ve bir diktatöre dönüştüğünü anlatılıyordu. Temsillerde dekorda kullanılan lider, açıkça Stalin’i çağrıştırıyordu.
Bir sahnede, İvan İvanoviç Nazım’a şöyle sesleniyor:
“Siz Moskova’da misafirsiniz, niye konukseverliğimizi kötüye kullanıyorsunuz, bizimle uğraşıyorsunuz?”
Nazım’ın daha önceden banda alınmış sesinden şunlar duyuluyordu:
“Bizim halkın böyle bir sözü var. eğer sen hakiki dostumsan, kardeşimsen, evine giren yılanı bana göster.”
“Ben de o yılanı size gösteriyorum. o yılan bürokrasidir.”
Oyun Moskova da 7. temsilinden sonra yasaklandı ve Nazım SSCB’de de rejim muhalifi damgası yedi.
Can Dündar’ın “Nazım” adlı kitabından Nazım düşünce duruşuyla teslim olmayan aydın bir ustadır. Stalin dönemini neredeyse ilk eleştiren ve tavır koyan da odur.
Nazım, Atatürk’ü sevmese bu mısraları nasıl yazardı:
“Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu.
Bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı.”
Ya da Milli Mücadele’ye karşı olsaydı bu mısraları nasıl yazardı..
“Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim…
Yaşamak bir ağaç gibi tek
ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim…”
Yada;
“Ayvalı hattı üzerinde
manga mevziindedir.
İzmirli Ali Onbaşı
(kendisi tornacıdır)
karanlıkta göz yordamıyla
sanki onları bir daha görmeyecekmiş gibi
baktı manga efradına birer birer :
Sağda birinci nefer
sarışındı.
İkinci esmer.
Üçüncü kekemeydi
fakat bölükte
yoktu onun üstüne şarkı söyliyen.
Dördüncünün yine mutlak bulamaç istiyordu canı.
Beşinci, vuracaktı amcasını vuranı
tezkere alıp Urfa’ya girdiği akşam.
Altıncı,
inanılmayacak kadar büyük ayaklı bir adam,
memlekette toprağını ve tek öküzünü
ihtiyar bir muhacir karısına bıraktığı için
kardeşleri onu mahkemeye verdiler
ve bölükte arkadaşlarının yerine nöbete kalktığı için
ona «Deli Erzurumlu» derdiler.
Yedinci,
Mehmet oğlu Osman’dı.
Çanakkale’de, İnönü’nde, Sakarya’da yaralandı
ve gözünü kırpmadan
daha bir hayli yara alabilir,
yine de dimdik ayakta kalabilir.
Sekizinci,
İbrahim,
korkmayacaktı bu kadar
bembeyaz dişleri böyle tıkırdayıp
birbirine böyle vurmasalar.
Ve İzmirli Ali Onbaşı biliyordu ki :
tavşan korktuğu için kaçmaz
kaçtığı için korkar.”
Nazım Hikmet bu ülkenin yetiştirdiği çok kıymetli bir zenginliğidir. Sosyalist-yurtseverliği tartışılmaz olan büyük ustanın anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Nazım usta tartışılmaz büyük yazardır. Nazım Hikmet’in 15 yaşındayken anne ve babası ayrıldı. O zor koşullarda anneyle büyüdü. Annesine ve annesinin ailesine düşkündü. Dolayısıyla güzel ve akıllı kadına karşı olan isteği de saygı ile karşılanmalıdır. Çünkü aynı zamanda duygu insanıydı ve işin doğrusu o koşullarda yaşaması da mucizeydi… Belki de o mucizeyi birlikte yaşadığı kadınlar sağladı..
Saygılarımla…
*Derleme bir yazıdır.