Normal bir şekilde anlatsak kimsenin dikkatini çekmez. O zaman komplo teorileri ile derdimizi izah edelim! Muhtemelen böylesi daha etkili olur. Son yıllarda A Milli Futbol Takımımızın Dünya ve Avrupa Şampiyonası grup elemelerinde İzlanda ile eşleşmesinin tesadüfi olmadığına inanıyorum. 300 bin küsur nüfuslu bir ülke nasıl olur da kendisinden 250 kat büyük bir ülkenin milli takımını sürekli haşat eder! Rakamlar gerçeği anlamamızı sağlamıyor. Bunun bir izahı yok, iletilmek istenen bir mesaj var!
Şimdiye kadar yaptığımız 10 maçın 6’sını İzlanda kazanmış, biz sadece 2 maç alabilmişiz. Özellikle deplasmanda oynadığımız son iki maçta hiçbir varlık gösteremeden rakibe teslim olduk. Hiç gol atamadan kalemizde 5 gol birden gördük. Hani daha önce de onlardan 5 yemişliğimiz vardı ama o zamanlardan bu güne dereden çok su akmış, birçok alanda olduğu gibi futbolda da mesafe kat etmiştik. Anlaşılan İzlanda da yerinde saymamış.
9 Eylül 2016 tarihinde oynadığımız ve 2-0 yenildiğimiz maçtan sonra spor programlarındaki yorumcular ve gazetelerdeki spor yazarları sanki ağızbirliği etmişler. Tek konuştuğumuz Arda Turan ve Fatih Terim arasındaki gerilim. Sosyal medyada oyuncuları ve teknik kadroyu eleştiri yağmuruna tutanlar, hatta hakaret edenler… Galiba yine mesajı alamadık. Oysa iletilmek istenen o kadar net ki. Bir seferlik şu klasik mağlubiyet sonrası edebiyatını bırakalım. Bu kez mağlup edene bir göz atalım. Bu sevimli ve inatçı ülkenin hakkını verelim. Nasıl böyle bir başarı elde ediyorlar, bizi her seferinde nasıl eze eze yeniyorlar, üzerinde bir düşünelim. İnanın bu tür konuları doğru değerlendirmeyi bir öğrensek ve kafa yormaya başlasak yaşamın her alanında hayal bile edilemeyen noktalara ulaşırız.
1990’lı yıllarda zararlı madde kullanım oranında Avrupa’da ilk üçte olan İzlandalılar, çözüm için harika bir sistem geliştirdiler. 1997-2002 yılları arasında uygulanan Drog Free Iceland (Uyuşturucusuz İzlanda) projesi ile çareyi çok uzaklarda değil çocuk ve gençlerin kendi potansiyellerinde buldular. Fikir gayet basitti; aile bağları güçlendirilen ve duygusal açıdan desteklenen gençlere organize sportif aktiviteler sunarak sokaklarda hedefsiz ve başıboş dolaşmalarının önüne geçmekti amaçlanan. Proje kapsamında her öğrenciyi ilgilerine göre seçenekler sunarak spor alanlarına yönlendirdiler. Sabırla uyguladıkları çalışmaların sonuçlarına kendileri bile inanamadılar. Proje beklentilerin öylesine üstüne çıktı ki, şu an İzlanda, genç nüfus olarak Avrupa’da en az uyuşturucu kullanan ülkelerden biri olmanın yanında ulusal çapta birçok sporcu yetiştirmiş durumda. İşte bu program sayesinde spora yönlendirilen İzlandalı sporcular milli maçta ülkemize karşı rahat bir galibiyet aldılar.
İzlanda’yı başarıya götüren “sineğin yağını çıkaran” sabırlı ve sadece sonuca endeksli olmayan sistemleri. Küçük ada ülkesinde dünyaya gelen her birey ülkesini başarıya ulaştıracak kurtarıcı olarak görülüyor. Çok küçük yaşlarda spor, yaşamlarının önemli bir parçası haline geliyor. Biz ise Çağla Büyükakçay gibi şans eseri ortaya çıkan yeteneklerin başarı hikâyeleri ile avunuyoruz.
İzlanda eğitimle doğru yöne çektiği gençlerine 2000’li yılların ortasından sonra son derece modern tesisler de sunmaya başlamış. Daha önce yılın sadece 4-5 ayı kullanılabilen sahaların yerini tamamen kapalı ve 12 ay hizmet veren sahalar almış. Bunun yanında antrenör konusunda müthiş bir bolluk var. Avrupa’da kişi başına en fazla antrenör düşen ülke İzlanda. Teknik adam yetiştirme konusunda zorlukları ortadan kaldıran sistem, iyi eğittiği yüzlerce üst düzey teknik direktörü gençlerin emrine sunmuş. Böyle bir ortamda yetişen oyuncular hem milli takımlarını inanılmaz noktalara taşıdılar hem de İzlanda dışındaki kulüplerin radarına girdiler. Bu yıl Galatasaray’ın transfer ettiği Sigthorsson ve Karabükspor’da forma giyen Olafur Skulason da onlardan ikisi. Ayrıca NBA’de Dallas Maverics forması giyen ve kariyeri boyunca üst düzey Avrupa takımlarında oynayan basketbolcu John Arnor Stefansson da aynı anlayışın ürünü.
Başa dönelim, öyle Polat Alemdar’ın çözmesi gereken derin komplo teorileri yok ortada. Mesaj gayet açık. Sportif başarıların gelmesini, takımlarımızın ve sporcularımızın şampiyonlukları kucaklamasını istiyorsak yapılması gereken, ülkenin neresinde olursa olsun gerekli imkanları sağlayıp gençlerimizi sahalara doluşturmak, sporu yeni nesillerin yaşam biçim haline getirmek olmalı. Olayı sadece modern tesisler yapmak olarak da algılamamalıyız. Ondan çok daha önemlisi yaşam felsefesiyle bizleri etkileyen, entelektüel spor adamları o sahaların tam ortasında olmalı. Böyle bir ortamda tıpkı İzlanda gibi hem iyi sporcular hem de mutlu ve sağlıklı insanlar yetiştirebiliriz. Daha sonra başarı da kendiliğinden gelecek, İzlanda maçları bizim için kabus olmaktan çıkacaktır.