Mülkiye Mektebi’nin 1906 mezunu, kaymakam, mutasarrıf ve Osmanlı Mebûsan Meclisi’nin son iki dönemiyle TBMM’nin ilk iki dönemi Karesi Mebusu (Balıkesir Milletvekili) Mehmet Vehbi (Bolak) Bey, Cumhuriyet’in ilânından önceki TBMM Hükümeti’nin üçüncü Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) olmuş, ayrıca Dahiliye (İçişleri) ve Maliye bakanlıklarına vekâlet etmiştir.
İzmir’in işgal edildiği 15 Mayıs 1919 tarihinden bir gün sonra Balıkesir Redd-i İlhak Cemiyeti adıyla oluşturulan Balıkesir Hey’et-i Merkeziyesi’nin (ikinci adıyla İzmir Şimâl Mıntıkaları Hey’et-i Merkeziyesi) kuruluşunda ve yönetiminde Mehmet Vehbi Bey vardı. Bu teşkilat, işgal ordularının Anadolu bağrına sokulmalarını on üç ay süreyle engellemekle, Türk Ordusu’nun yeniden kurulmasına olağanüstü değerde “zaman” kazandırmıştı.
TBMM’nin Birinci Dönem üyesi olup bir yandan cephede görev yapan ve içlerinde Atatürk, Fevzi Çakmak, İsmet İnönü, Kâzım Karabekir gibi komutanların ve Celal Bayar, Mustafa Necati Uğural gibi sivillerin bulunduğu “KIRMIZI-YEŞİL ŞERİTLİ” İSTİKLAL MADALYASI SAHİBİ YİRMİ BEŞ KİŞİDEN BİRİYDİ.
Mehmed Vehbi Bolak. İki dönem görev yaptığı milletvekilliğini 26 Haziran 1927′de bırakmış, Balıkesir Necati Bey Öğretmen Okulu’nda ücret almadan öğretmenlik yapmış ve 18 Mayıs 1882′de gözlerini açtığı dünyadan 6 Nisan 1958 günü ayrılmıştı.
Mehmet Vehbi Bey’in, babası Yahya Nef’i Efendi’den aldığı ve kendi evlatlarına bıraktığı manevi miras içinde bir uyarı vardı ki, üç neslin hayat felsefesi olmuştu: “HAYATINIZDA, DÜNYA MALI İÇİN TASA EDERSENİZ, SOYUMDAN GELDİĞİNİZE ŞÜPHE EDERİM!…”
Mehmet Vehbi Bey’in beş çocuğundan dördüncüsü Ahmet Aydın Bolak 13 Ağustos 1925 günü Balıkesir’de doğdu. 1947′de İstanbul Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu, maiyyet memurluğu, kaymakam vekilliği ve çeşitli ilçelerde kaymakamlık görevleri yapmıştır. Yaşar Kemal’in “Teneke” romanındaki “TOPRAK AĞALARIYLA SAVAŞAN GENÇ KADİRLİ KAYMAKAMI FİKRET”, Aydın Bolak’ın ta kendisiydi…
Serbest avukatlık yaptığı sıralarda, Hukuk Fakültesi’nden arkadaşı Selma Gürsan’la 1959 yılında evlenmiş, ailenin isteği üzerine Türkpetrol ve Madeni Yağlar T.A.Ş.’nin yönetimine katılmıştı. 1931′de kurulan bu “Türkiye’nin ilk milli-özel petrol şirketi”nden, zaman içinde petrol ürünleriyle birlikte orman ürünleri, gemi taşımacılığı, gemi inşa, turizm, gıda, giyim ve kırtasiye pazarlaması gibi çeşitli alanlarda faaliyet gösteren bir holding doğmuştu.
Dünya petrol kriziyle beraber Türkiye’nin de ham petrol ve petrol ürünleri sıkıntısı yaşadığı 1970′lerin ikinci yarısında bir siyâsi partinin “Türkiye’de akaryakıt pazarlama sektörünü devletleştirme” niyetine karşı Aydın Bolak’ın verdiği savaşı kimse vermemişti. Bu sektör mensuplarının sendikası olan Tabgis’in Ankara’daki bir toplantısında Aydın Bolak’ın gür sesi Türk Standartları Enstitüsü salonunda şöyle çınlamıştı:
“…Türkiye’nin ayakta durması yarın hepinizin devlet sektörü bayii olmasıyla gerçekleşecekse, hiç durmayınız, olunuz! Ama herşey daha kötü olacaktır…Bu düşüncenin sahiplerinin, milliyetperver olsalar da, akıllarından şüphe ederim!.. Sizler için mesele yalnızca körolası ekmek parası değildir. Mesele bir rejim meselesidir… Mesele, karma ekonomi kurallarının Türkiye’de yaşayıp yaşamayacağı meselesidir…Bu Anayasa, ‘sen ikinci sınıf vatandaşsın, sana parya muamelesi edeceğim’ demek hakkını kimseye vermiyor. Bu Anayasa, bugüne kadar ekmeğini helâlinden kazanmış insanın, bir depoya gittiği zaman ne idiğü belirsiz bir çocuğun ona, ‘siz memleketi sömürdünüz’ demek hakkını, o velede vermiyor!.. Bu sektörün güven içinde yaşama ve çalışma hakkını tahrip etmeyi herhangi bir nevzuhûr beyefendiye vermiyor. Çünkü, bugün idaredeki o 42 yaşındaki bey doğduğu gün benim şirketim mevcut… Bu Anayasa, külhanbeyi rejimi değil!..” (17 Kasım 1978, Ankara)
O tarihlerde “özelleştirme” kelimesinin anlamı dahi bilinmemekte, yıkılışa giden Demirperde ekonomisi Türkiye’de uygulanmak istenmekteydi. Kadere bakın ki, o günlerde her istasyona üniforma olması istenen amblemin sahibi devlet kuruluşu birkaç yıl önce özelleşmiş ve başına da, “bizi sömürdüler” yaygarasıyla ülkeden atılmak istenen Amerikan şirketinin bir emeklisi getirilmişti!..
Aydın Bolak, 1961-1965 arasında Cumhuriyet Halk Partisi’nin 12. Dönem Balıkesir Milletvekili olarak görev yaptığı TBMM’de, tıpkı babası Vehbi Bey gibi etkili konuşmalarıyla hatırlanmakta. Ama o, kendi milletvekilliğini şöyle tarif etmişti: “Meclis’te ve Parti’de, seçmenlerle mektuplaşıp onların işlerini takip eden bir üye olamadım!..”
Milletvekilliği sırasında hazırlayıp Meclis’e getirdiği tasarılardan biri ısrarlı takibiyle yasalaşmış ve 903 Sayılı Vakıflar Kanunu ortaya çıkmıştı. Böylece, yıllar yılı ihmale uğrayan Türk vakıf kültürü tekrar hayatiyet kazanmış, yeni vakıflar kurabilme kapısı açılmıştı. Bu tarihten sonra kurulan vakıflardan birisi, 1967 yılında Vehbi Koç ve Aydın Bolak’ın önderliğinde 205 kişinin biner lira vererek tesis ettikleri Türk Eğitim Vakfı’dır. Başından itibaren Vehbi Bey’le Aydın Bey’in yönetiminde beraber çalıştıkları bu vakfın hizmetleri ve bugün ulaştığı mali tablo muhteşemdir.
Aydın Bolak, gençlere her zaman inanmış ve güvenmişti. Kendisi gibi gönül eri olan Fethi Gemuhluoğlu, o yılların “beyin göçü” ve anarşik olayları sebebiyle (ne yazık ki bugün işsizlik anarşisiyle de örtüşen) bir tarif yapmıştı: “Bu memleket” demişti Fethi Gemuhluoğlu, “bu memleket pis bir kedi gibi kendi öz çocuklarını yiyor!..” Aydın Bey’in Fethi Gemuhluoğlu’na cevabı şöyle olmuştu: “Biz de yedirmeyiz be kardeşim!…”
Ve Aydın Bey, eşi Selma Hanımefendi, Selma Hanım’ın kardeşi Ahmet Gürsan ve dayıları Mithat Recai Öğdevin beyler, ülkenin eğitim hizmetine kendi imkânlarını da katmak üzere 1969′da, hedef kitlesi yine gençler olan Türkpetrol Vakfı’nı kurmuşlardı. Vakfın ilk genel sekreteri Fethi Gemuhluoğlu (1922-1977), tam bir “insan avcısı” gibi çalışmış, gayretli fakat maddî gücü olmayan gençleri birer birer bulmuş, üniversite eğitimlerini yapabilmeleri için onlara Türkpetrol Vakfı’nın imkânlarını sunmuştu.
Fethi Gemuhluoğlu tam bir aşk ve cezbe insanıydı. Dostluk ne demektir, onu tanıyınca anlaşılırdı. “Her şeyle dost olun” derdi…”ancak şu dört şeyle dost olmayın:
Uyku ile,
politika ile,
makam-mevki sevgisiyle,
para ve mal hırsıyla!”
Aydın Bey’le niçin iyi dost oldukları, onun bu sözlerinden anlaşılır. Fethi Ağabey, burs vereceği gençlerden birine şöyle demişti: “Bak kardeşim, seni tanımam, ananı tanımam, babanı tanımam. Ama şuna inanıyorum. Seni kurtarırsak, bu Türkiye’de bir kişiyi daha kurtarmış oluruz…”
500′ü geçen televizyon programlarından “Yollar ve Yolsuzluklar” başlıklı konuşmasında Aydın BOLAK şöyle diyordu:
“…Adil devlet, haksızlığın, suiistimâlin ve yasadışı işlerin yapılmasına izin vermeyen devlettir. Yalnızca hâkimin mahkemede hüküm vermesi o devletin adil olması için yeterli değildir. Adalet, inançlarımızın korunması yoluyla gerçekleşir. Yalan söyleyerek adaleti saptıranlar da yolsuzlar’dır. Yalan söyleyerek devlet hükümlerini sarsanlar da yolsuzlar’dır… Bu yolsuz kişilerin tahrip etmediği devlet müessesesi yoktur. Yolsuzluk, toplum için felâkettir. Yolsuzluğu hâkim kılan topluluklar güçlü devlete sahip olamazlar… Yolsuzların çoğunlukta oldukları bir toplumda yaşamaya Allah bizi mecbur etmesin…” (02/08/1998 TRT-1 Televizyonu).(derlemedir)
Ahmet Aydın Bolak bey 28.07.2004 tarihinde yaşama veda etti… Mekanları cennet olsun…