Tam da bu konuyu okuyordum.
Medyanın toplum üzerindeki etkileri nelerdir. Siyaset kurumu medyadan ne bekler? Ne alır? Ne verir? Yoksa insanları yönlendirme aracı mı?
Medya’yı 1980’li yılların sonuna doğru T. Özal başbakanlığındaki Türkiye’nin küresel sermayeye eklemlenmesi sürecinde duymuştuk.
Anayasanın kuvvetler ayrılığı ilkesinin dördüncü gücü olarak bildiğimiz basının yerini medya aldı. Medya iktidarları kontrol eden bir güç olmaktan çıktı, iktidarların kontrolüne giren bir güç haline geldi.
İktidarlar basından çekinirdi, artık medya patronları iktidarlardan çekiniyor. Ne istenirse o yazılıyor, istenmeyen yazılmıyor.
Editörlerin, genel yayın yönetmenlerinin köşe yazarlarının özgürlüğü bitti. İki gurup oluştu. Birisi yandaş, diğerleri kalemini, beynini satmayanlar.
Medya patronu Victor Matthews bu durumu bakın nasıl açıklamış;
“Editörler, yazarlar benimle aynı politika üzerinde anlaştıkları sürece tamamen özgürdürler.”
Evet, medya Matthews’un çizgisinde oldukça “Özgür!”
Peki, ya sosyal medya?
Sosyal medya; insanların seslerini duyurabildikleri, haksızlıklara, yanlışlıklara tepki gösterebildikleri rahatlama alanıdır. Özellikle de muhalifler için.
Baskıcı iktidarların medyayı tamamen kontrolleri altına aldıkları, en ufak bir muhalif çıkışa dahi tahammül edemedikleri ülkelerde çok daha önemlidir.
Bu yüzden medyanın kullanılışı daha bir özen, daha bir dikkat gerektiriyor.
Yani; öfkeni kontrol edemiyorsan, hakaret etmeden, küfretmeden, iftira atmadan eleştiri yapamıyorsan paylaşım falan yapma. Hatta çık o alandan. Çık, çünkü zarar veriyorsun, sosyal medyayı kapatmak için can atanlara önemli bir fırsat veriyorsun. İktidarın medya trolleriyle uyguladığı psikolojik baskı, şantaj, küfür, hakaret ve tehditlere zemin hazırlıyorsun…
Yeni doğmuş bebeğe küfretmeye varan iğrençlik, tam da bu durumu yansıtıyor mu?