“Septik felsefe (Kuşkuculuk) denince, bilginin imkânından ‘ilke olarak şüphelenen’ bir felsefe anlaşılır. Septik eğilime Yunan felsefe tarihinin ilk dönemlerinde rastlanır. Söz gelişi Sofistler açık açık, septiktirler. Protagoras’ın ‘insan her şeyin ölçüsüdür’ varsayımını, ‘genel bir gerçek yoktur’ anlamında anlamak pekâlâ mümkündür. Gorgias ise düşünmeyi, hoş zaman geçiren eğlenceli bir çaba olarak düşünmüştür.”
Sözlüklerin tanımına göre ‘ bir olguyla ilgili gerçeğin ne olduğunu kestirememekten doğan kararsızlık, kuruntu, işkil, şüphe’, ya da ‘ başkalarının iyi niyet ve amaçlarını kötüye yorarak işkillenme duygusu’ imiş kuşku.
Yaradılışın kaynağını enine boyuna düşündüğümüzde, aklımızın başkaldırısı çıkıyor önümüze. İçine doğduğumuz dünyanın, kulaklarımıza üfürdüğü bir masalı çoğaltarak yaşamamız öneriliyor. Adem, Havva ve türevlerine eğil gerisini hiç düşünme, deniyor sanki. Ama donanımlı bir akıl zamanı ve mekânları irdelemeden, yerleşik inanca karşı düşünceler ileri sürmeden var olamıyor. İdrakin, bilincin, zihnin, aklın, mantığın, beynin doğru ve dengeli kullanımı sonucu dayatılan öğretilerden kuşkulanmamak olası değil. Bu durumda, durağan düşüncenin paramparça edildiği ve yeni savlara açılan kapıların anahtarı olarak karşımıza çıkıyor kuşku.
Gerçeklik arayışından yola koyulduğumuzda bilginin önemi çıkıyor karşımıza; dayatılana, geleneğin çürüyen yanlarına başkaldırısı bir kendiliğindenlik arz ediyor. Egemen inanç ekseninde genişleyen hayatın durağanlığını hazmedemiyor düşünen akıl. Özgür düşüncenin önemini kavrıyor ve bu doğrultuda yeni yeni hipotezler sürüyor ortaya. Evrenin sınırsızlığı karşısında şaşırmasına rağmen, teslim olmuyor düşünen insan; kendinden öncekilere ve kendisine dayatılagelen öğretilerin kaynağına inmeye çalışıyor.
Salt merak etmek, olayları ve kavramları merak izleğinde sınırlı tutmak bir teslimiyeti de beraberinde getirebilir. Bu bağlamda Kuşku, donanımlı aklın içten içe kaynaması durumudur. Yani meraktan öte , bilgiye yaslı bir olgudur. Bilginin aydınlattığı yolun ötesinde, ulu orta dayatılan öğretiler zamanı geldiğinde birer birer birer ortadan kalkar. Dünya dönüyor dediği için yargılanan Galileo’ya bugün, kim dünya dönmüyor diyebilir? Bilimsel, siyasal, sosyal ve toplumsal ilerlemenin itici güçlerinden belki de en önemlisi denilebilir Kuşku kavramına. Bir kez aydınlanan aklın salt merak sınırında kalmayacağı, kalamayacağı gerçeğiyle buluşuyoruz.
Milattan önce yaşamış olan Phyrrhon, Timon, Arkesilaos, Karneades ve benzeri düşünürler, bilginin kişiden kişiye değişkenlik gösterdiğini ve varlıkların bize göründükleri yüzleriyle bilinebildiğini, ötesine geçilemeyeceğini ileri sürerken, binlerce yıl gerilerde aklın başkaldırısının tanığı oluyoruz. Bilgimizin kaynağı elbette duyumlarımızdır. Ve gerçek kişiden kişiye değişkenlik gösterir elbette. Subjektif duyumlardan hareketle, objektif bir gerçekliğin bilgisine varılamaz, diyebilir miyiz bugün?
Timon ve Aenesidemos’göre;
* İnsanlarda bazı yapısal farklılıklar vardır.
* Duyu organları, insandan insana farklılık gösterir.
* Farklı koşullar özneyi farklı şekilde etkiler.
* Nesnelerin yeri ve uzaklığı, duyumu olumsuz bir biçimde etkiler.
* Yasaların, gelenek ve göreneklerin insanların üzerinde farklı etkileri olur.
Sıralanan bu nedenlerden dolayı bugün, insanın doğru bilgiye ulaşması olası değil midir? Kuşku’nun ne olup olmadığını öğrenen akıl, bütün değişkenleri ortadan kaldırmayı da becerip önünde sonunda giz bilinenleri aydınlığa çıkaracaktır. Bugünün doğru bilineni, yarın eğri ise de, insan gerçeğin izini sürmeyi öğrenmiştir. Kuşku duymayı ve bilgiyi kullanmayı ele geçirmiştir. Nasıl ki binlerce tanrıyı tek’e düşürmüşse, sınırsızlığın gizlerini de çözecektir günü geldiğinde. Bu bağlamda Descartes, insan için kesin ve mutlak bir bilgiye ulaşmanın mümkün olduğunu savunur. Söz konusu kesin ve mutlak bilgiye ulaşmak için, kuşkuyu bir yöntem olarak kullanması önemlidir. Ve, günümüzde, bilim ve teknoloji hızla gelişmekte, her bilim dalı alanlarıyla ilgili sayısız doğru bilgi ortaya koymaktadır. Bunun sonucunda “Doğru bilgi mümkün müdür?” sorusu ortadan kalkmış ve septisizm bir felsefi öğreti olarak varlığını koruyamamıştır.
Beş bin yıllık yazılı kaynaklara ve savaşlar içindeki dünyanın haline bakarak, insana dair kuşku duymamak olası değil. Sınırsız ve sonsuz evren içindeki yerimize dair de…