Günümüzde gıdanın ve yemeğin küreselleşmesi söz konusudur. Fast food zincirinden tarım ürünlerine, çeşitli yiyeceklerden içeceklere kadar küreselleşmeden bahsedebiliriz. Süper gıdalar olarak tanımlanan avakado, kinoa, chia tohumu, yaban mersini vb. yiyeceklerin besin değerleri yüksektir. Doğal halleri de faydalı besin maddeleri içerir. Bu süper gıdalar, dünyanın çeşitli yerlerindeki toplumların mutfaklarında yer edindi. Ancak bu yiyeceklerin üretildiği iklim kuşaklarındaki ülkelerden, tüketimi özendirilen ülkelere ulaşımı nedeniyle karbon ayak izi oluşmaktadır. Kat ettiği yolun çevresel etkileri ve üretildiği ülkelerde üretim ilişkilerinin kötüleşmesi pek çok sorunu doğurmuştur.
Karbon ayak izi, gezegenimizdeki iklim değişikliği ile giderek farkına varılan, her bireyin yaşadığı yere, yaşam şekline göre farklı oranlarda neden olduğu karbon salınımıdır. Yediğimiz gıdanın nereden geldiği, kullandığımız araba modeli, çalışma koşullarımız, seyahatlerimiz, üretim biçimlerimiz, enerji tüketimimiz, atık maddeler, sanayileşme gibi pek çok faktör karbon ayak izinin miktarını etkilemektedir.
Artan et tüketimi ve talebine koşut olarak hayvancılığın endüstriyel yöntemlerle yapılması, küresel ölçekte gıda ticaretinin yoğunlaşması, gemi ve uçak kargolarıyla dünyanın bir ucundan diğer ucuna transferi karbon ayak izi ve gıda tüketimi arasındaki ilişkinin en belirgin olduğu durumlardır. Ülkemizde üretilmeyen tropikal kahve çeşitleri ve meyvelerin ya da üretim politikalarına bağlı olarak mercimek, buğday, şeker ve canlı hayvan ithalatı da karbon ayak izinin artmasına neden olmaktadır.
Sevgili okurlarım, yediğimiz yiyeceklerin üretim koşullarına giderek yabancılaştığımızı da belirtmek istiyorum. Yiyeceklerin menşei ve içeriği konusundaki bilgi eksiliğimiz gıda kaygısına neden olmaktadır. Süpermarketten satın aldığımız ürünlerin, yenilebilirliğini sorgular hale geldik. Kalp dostu, hidrojonize yağ içermez gibi ifadeler kafa karışıklığına neden olmaktadır. İşlenmiş gıdaların etiketlerinde yazılanları anlayabilmek için, ürünlerin üretim koşullarına vakıf olmak gerekiyor. Kullanılan maddelerin neler olduğunu da bilmek gerekiyor. Bunun içinde en az bir gıda mühendisi kadar bilgi sahibi olmalıyız.
Gıdalar küreselleşirken bir taraftan da kuraklığın etkisiyle açlık ve kıtlık giderek ciddi bir boyuta ulaştı. Dünyadaki birçok insan doğduğu topraklardan göç etmek zorunda kaldı. Açlık ve kıtlığın, yetersiz beslenmenin tamamen ortadan kalktığı, gıda güvencesinin bütün insanlık adına sağlandığı bir dünyada yaşamak isteyen bizler de tüketim alışkanlıklarımızı yeniden gözden geçirmemiz gerektiğinin farkına vardık. Küreselleşen gıda sektörüne karşı, dünya çapında karşılık bulan bazı oluşumlar meydana geldi. Yazımın son kısmında kısaca bunlardan bahsetmek istiyorum.
Slow food hareketi, 1986 yılında İtalya’da küresel fast food zincirlerine karşı yerel üretimi ve ürünleri korumaya yönelik başlamıştır. Bu hareket, tüm dünyada kentlerde üreticiler ve tüketiciler nezdinde karşılık bulmuştur, toplumsallaşmıştır. Küreselleşmenin olumsuz etkilerinin homojenleşmesine karşı olan, yerel ürünlerin sahiplenilmesine, biyoçeşitliliğin korunmasına, yerel tohumların yeniden ekilebilmesine, gıda hakkına, besin zincirlerinin ve gıdaların korunmasına kadar bir dizi duyarlılığı ve eylemi kapsamaktadır.
Freegonism, tüketim karşıtı bir yeni toplumsal hareket olarak anti-tüketici, antikapitalist yaşam tarzına öncülük eder. Bu hareket, özellikle alışveriş merkezlerinin yakınlarındaki çöplerde halen yenilenebilir durumda olan yiyecekleri yeniden değerlendirerek satın almaları ve harcamaları olabildiğince azaltmayı düşürmeyi amaçlar.