Ezberleyerek mi? Anlayarak mı? Okumalı…
Kur’an’ı anlayarak okuduğumuzda göreceğimiz kader değil mücadeledir, “hayır” diyebilmektir. İnsan “hayır” dediği müddetçe özgürdür. Allahü ekber/ Allah büyüktür dediğimiz an artık her tür iktidarı, her tür zenginliği ve her türlü bilgiyi izafileştirmiş oluruz. Bu nokta önemlidir.
Kur’an, ‘kaderi’ ve ‘kaderciliği’ kesinlikle ret eder. Bu konu yolundan saptırılan ve Kur’an’ı anlamsız hale getiren, içini boşaltan bir Emevi hurafesidir. Allah’ın bir insana kötülük yapmasını önceden kader olarak yazdığı düşüncesi bile Kur’an tarafından açık bir dil ile dışlanmıştır. Kaderin önceden çizilmesi konusu yada doktrini Emevi’nin doğruyu söylemek gerekirse en büyük başarısıdır. Burada da Emevi’ye “şükür” noktasında yaptığı çarpıtma yardım etmektedir. “Şükür” bir teslimiyettir. Kur’an, bir mücadeledir, öyle bir mücadeledir ki bu mücadelenin özü de Allaha şirk koşanların yapacağı her türlü kirletmeye karşı net bir duruş gösterir. Dolayısıyla bu şirkten beslenenlerin hep bir ağızdan söylediği “kaderin önceden çizilmesi doktrini” bir hurafedir. Böyle birşey yoktur. Allah’a ortak koşanlar yani müşrikler şöyle diyor: “Eğer Allah dileseydi, ne biz, ne de babalarımız O’na ortak koşardık!” En’am, 6/148 ve onların bu delili ret edilir:
“Elbette
Allah dileseydi,
hepinizi hidayete erdirirdi.” En’am 6/149
Yani söylenmek istenen çok nettir, Allah insanı, sapıtma olanağı ile baş başa bırakır, hiç kimseyi sapıtmaya zorlamaz!
Kur’an dediğim gibi bir mücadeledir, insanoğlunun yaşamda vereceği mücadele de adeta bir yol göstericidir. Sonuçta her insanoğlu Allahın yeryüzünde ki bir sureti, bir halifesidir. Bu halifelik konusu yine bir teslimiyet değildir. Her insan yeryüzünde Allahın halifesidir öyleyse her insan yani inanan her mümin bu görevi yerine getirirken üstün emirlerini yerine getirmekle sorumludur gibi bir anlayış sorumluluğu içinde değildir. Yani bir ast, bir emir eri değildir. O bu görevleri yerine getirirken sorumluğunun bilincinde olacak ve doğanın dengelerini ve insanın kaderi gibi sorumlu olduğu her şey için kararlar alacaktır. Bu nokta böyle anlaşılmalı ve böyle bakılmalıdır. Bu anlamda o zaman hepimiz eğer inanıyorsak bir halifeyiz ve önce kendi içimizde kendi devrimimizi yapmalıyız ki inandırıcılığımız olsun. Kendi içinde devrimini yapmayanların dışarıda yaptıkları devrimlerin kağıttan kaplan olduğu ve yıkıldığı bir gerçektir. Hazreti Muhammed’in insanoğluna sunduğu Medeniyet devrimi ile Atatürk’ün devriminin yıkılmazlığını burada aramak ve görmek gerekir.
O nedenle Allah, hiç kimseyi sapıtmaya zorlamadığı gibi hidayet konusunda da zorlamaz. İşte Kur’an yine burada devreye girer ve bu yolların güzelliğini anlatır.. Hayatının, tarihinin ve ölümünün anlamını gösteren bir kılavuzdur, bir yol göstericidir.
Allah bu konuda şöyle buyurur:
“Biz ona hidayet yolunu gösterdik.
Ya şükreder veya nankörlük.” İnsan 76/3
De ki: (Bu) hak,
Rabbinizden (gelmiş)tir:
Artık ona dileyen inansın,
dileyen reddetsin!” Kehf 18/29
Olay budur…
Hazreti Muhammed’in sağlığında tohumları ekilen ve ölümünden sonra başlayan akıl hürriyeti çağında büyük bir uygarlık yaratılmıştır. “Ortaçağ’da, bin iki yüz yıl kilise ve papaz baskısı insan aklını hürriyetsiz bıraktığı sırada, Müslümanlar Yunan ilim ve felsefesinin ilk mirasçısı oldular. Bütün eski Yunan metinleri Arapça’ya çevrildi. Ve insan aklına hürriyetini geri veren ilk din reformu da bilindiği üzere, Halife Me’mun’un da kendilerine katılması üzerine İslam sosyalistleri tarafından gerçekleştirildi. Gene bilindiği üzere Hazreti Muhammed yalnız peygamber değil, devlet reisi ve baş komutandı. Kur’an inanç, tarih ve ahlak emirlerinden başka, o zaman ki, Hicaz aşiretleri topluluğunun anayasası idi.
Bağdat reformcuları Tanrı’nın ebediliğini, ibadet ve ahlak emirlerini hak tanımışlar; muamelat(İbadetin dışında kalan hukuki tasarruflar, akitler, suç, ceza ve benzeri hükümlerdir. Bunlar; ferdin fertle, ferdin toplumla veya toplumların birbiriyle olan ilişkilerini düzenleyen kaidelerdir.) ayetlerinin ister istemez hükümden kalkması gerektiğini ileri sürmüşler; nakil’in akıl’ı arama, sorma, öğrenme ve yorumlama, açıklama hürriyetinden alıkoyamayacağını ileri sürmüşlerdir. Dokuzuncu asırda bunlar oluyor. İslam medeniyeti denen kısa devir, işte bu reformun ve akıl hürriyeti devrinin eseridir. Yabancı tarihçiler bu devri övüp durmuşlardır.
İbn Rüşd Kurtuba’da ders verdiği vakit, kilise ondan ders alanları aforoz etmiştir. Dinler tarihini yazan Londra Üniversitesi profesörü Denise Saurat diyor ki: “832’de Me’mun, Bağdat’ta bir akademi kurdu. Bu akademide Museviler, Hristiyanlar ve Mecusiler tartışmalara katılmışlardır.”
Fransız tarihçisi de, bu akademi de Allah’ın kanununun bile tartışıldığını ve tek yasağın, akıl belgeleri dışında Peygamber ve Kitap sözlerinin tanık olarak kullanılması olduğunu söyler.
Batı büyük bir gerileme içindedir. Müslümanlar Ortaçağ karanlığı içine ilk ışığı salmışlardır. Ancak gelişen süreç içinde taassup takımı İslam reformculuğunu yenmiş, akıl hürriyeti devrine son vermiştir.
Denise Saurat’ın dediği üzere, “XII’inci yüzyılda İslam içinde düşünmek, Hristiyanlık içinde düşünmekten daha kolaydı.” Ne yazık ki İslam düşünürlüğü gittikçe söndü. Hristiyan düşünürleri ise, Daha büyük güçlükler içinde geliştiler. Rönesansa kadar İbn Rüşd, Batı düşünürlerini aydınlatıyordu. İslam ilim çevreleri ile ilk ilişkiyi İngilizler kurmuşlardır. 1120’de Abelard de Both, İslam dünyasını dolaşarak onların buluşlarını Batı’ya aktarmıştır. Bu aktarmaların deneysel bilgi kuruluşuna büyük yardımı olmuştur. BÜTÜN DİNLERİN DURUMUNU DEĞİŞTİREN PRENSİP, İNGİLİZLER TARAFINDAN ARAPLARDAN ALINMIŞTIR. Arap yerine Arapça sözünü kullanmak daha doğrudur… Çünkü ilim dili Batı’da nasıl Latince ise Doğu’da Arapça idi. İslam bilginleri arasında Türk de, İranlı da, türlü dinlerden dönme yabancı ırk temsilcileri de vardı…
Batı uyanışı uzun sürdü. Fakat sonunda kilise teslim oldu. Okul, Üniversite kilise baskısından kurtuldu, reformlar yıkılmadı. Uzatmayalım ortaya çıkan başarı da işin özeti budur. Batı, kiliseyi yenince onu yerinde tuttu, kendisi bilimsel devrimini yaptı ve dünyayı acımasız bir şekilde de sömürmeye devam ediyor. Ve bu üstünlüğü teknolojik devrimleriyle sürekli yenilediği ve aradaki farkı giderek açtığı için bugün geldiği noktada İslamı yöneterek onu da zapturap altına almak istiyor… Batı hem ekonomik hem siyasal hem de dinsel anlamda dünyayı yeniden dizayn etmek istiyor…. Tehlike bu boyuttayken ve saldırı da siyasal din kanalıyla kadın ve çocuklar üzerinden taciz baskısı altındayken İslam dinini kalıp içine sokarak hiç sorgulamadan uygulamaya kalkmak Hazreti Muhammed’e ve dinine yapılacak çok büyük haksızlıktır.
O nedenle Kur’an ezberlenmez, anlayarak okunmaya çalışılır. Oku diye başlayan ve haksızlığa karşı diren diyen, kazandığını paylaş diyen ve çağının koşullarını çok iyi irdele diyen, adaleti on planda tutan ve bilimi referans gösteren ve inanan insana seçme hakki veren ve yine din adamı sınıfını kesinlikle reddeden bir din nasıl olur da insanlara kaderi ve teslimiyeti önerir, bu olacak şey değildir. Kur’an’ı anlayarak okuyalım ve tartışalım ve değerlendirelim…
Saygılarımla…