“SÖZÜ GİZLEYEN” DEĞİL; Açık diyen “MERT” olur.
SÖZ AĞIZDAN ÇIKTI MI?
Geri almak “DERT” olur.
Trafikte;hızlı çıkış yapmadan, durmayı da HESAP ET;
Yüksekten uçmak, süratli gitmek hoş amma; DÜŞMEYİ DE, YOLDAN ÇIKMAYI DA, DİREĞE ÇARPMAYI DA DÜŞÜN!..
SONUCU FELAKET OLUR DİYOR ERENLER.
“GÜNEŞE YAZI YAZILMAZ, YAZILAN YAZGI BOZULMAZ.”
Refah içinde yaşayan bir ülke insanları, mutlu, mesut ve bahtiyar yaşayıp giderlermiş. Ülkenin huzurlu ve kalkınmış yaşamasının nedeni adil, iyi yürekli, dürüst, yöneticisiymiş.
Ülke yöneticisi tebdili kıyafet eder ülkeyi dolaşır. Halkının dertlerini dinler, dertlerine çözümler bulurmuş.
ULU Yönetici, yine ülkeyi dolaşmaya karar vermiş. Yolu, bir dağ başında, göl kenarına düşmüş. Gölün kenarında ağacın dibine çökmüş gölü seyreylerken; Aksakallı bir dede, bir elinde bir kese, diğerinde bir kese. Birinden bir taş alıp, diğerinden aldığı taşa bağlayıp göle atıyormuş.
Bu eylem, epey süre devam etmiş. Nihayet işi bitince; dede yoluna gitmek üzere ayağa kalkmış. Tebdili kıyafetli ULU Yöneticiyle göz göze gelmiş.
ULU Yönetici dedeye sormuş; “Dede bütün gün seni izledim, sen ne iş yaparsın? Anlayamadım” demiş
Dede soruyu şöyle yanıtlamış;”Oğlum ben insanların yazgılarını bir birine bağlarım.”
“Peki en son kimin yazgısını birbirine bağladın?”diye sormuş.
Dede, Ulu yöneticiyi şöyle yanıtlamış; “Ükemizin Ulu yöneticisinin kızı ile uşağının taşlarını bir birine bağlayıp göle attım”
ULU Yönetici, bu yanıtı alınca, alı alına, moru moruna dünyası kararmış.
Bir yandan da güzeller güzeli, dal gibi, biricik kızı, ülkenin prensesi, diğer yanda olmamış oğlu kadar sevdiği, siyah tenli uşağı…
Ne yaparımda uşağa zarar vermeden, bu yazgıyı bozarım, diye düşünerek, sarayının yolunu tutmuş. Saraya ulaştığında; uşağı çağırmış, ” sana bir mektup vereceğim, bu mektubu alacak ve Güneş’e götüreceksin”
Buyruk büyük. Biçare, mektubu alan uşak düşmüş yollara.
Babası kadar sevdiği yönetici görev vermiş. Dere tepe düz gitmiş. Nihayet, yorgunluktan bitkin halde, gördüğü ilk ağacın gölgesinde dinlenmeye karar vermiş, bir ağaca sırtını vermiş ve uykuya dalmış.
Uyandığında; gölün üzerine güneşin aksi vurmuş. “ULU Yöneticimin dediği güneş bu olmalı” diyerek, soyunarak atmış kendini göle. Dibe doğru yüzmüş.
Taa… göl dibine indiğinde; bir de ne görsün şahane bir hazine sandığı. Almış sandığı çıkmış. Ama, simsiyah teni olan uşak, bembeyaz. Sadece külotunun olduğu bölge eski rengini taşıyor.
“Var bunda bir iş” deyip sandığı açmış. Sandık gerçek bir hazine sandığı imiş. Bin bir çeşit mücevher ve Güneş’ten ULU Yönetici’ye yazılmış bir mektup zarfı. Yeni rengi ve yaşadıklarıyla saraya geri dönmüş. Kimsenin kendine inanmayacağını düşünerek, ismini değiştirmiş, zengin tüccar kılığında ülkesine geri dönmüş. Düşleri gerçekleşmiş.
Bu arada dürüst, zengin, yakışıklı tüccarı ünü büyürmüş. Bunu duyan ULU Yöneticinin kızı, bu tüccara talip olmuş. ULU Yöneticide biricik kızının isteğini kırmamış, evlendirmeye karar vermiş…
Dünyalar ALLAH KULUNUN OLMUŞ.
ULU Yönetici tüccarın, şalvarın kenarından kaba etini görününce; arkasından “uşağım” diyerek seslenmiş.
Tüccar, seneler sonra bu sesi duyunca irkilmiş. Gayri ihtiyari geri dönüvermiş. ULU YÖNETİCİ, “Peki güneşin bana gönderdiği mektup nerede?” diye sormuş. Odasına giden damat, mektubu getirip Ulu Yöneticiye sunmuş.ULU YÖNETİCİ
Mektubu okuduğunda;
“GÜNEŞE YAZI YAZILMAZ. YAZGI BOZULMAZ.” cümlesini bulur.” (Alıntı)
KÜPELİ TIR ŞOFÖRÜNÜ; polis durdurur. Tır şoförüne şakayla karışık; “yahu aslan parçası gibi delikanlı adamsın. Bu küpe hiç uyuyor mu sana? Ne zamandan beri takıyorsun bu küpeyi?” diye sorar.
Tır şoförünün cevabı, “Karım onu tırın yatak odasında bulmuş. O günden bu günden beri.” olur.
Küpe, küpedir. Söz olmuş, takı olmuş farketmez * İ D U R A K İ *.
Yakışan takar, özenen takar, kulağına takılan küpe sözleri doğru anlamak ve ona göre davranmak gerekir.