Bugün yaşadığımız salgın günlerinin bizim için en önemli yanı “şeffaflık” ilkesi diyebiliriz. Çünkü sosyal medyada paylaşılanları düşündüğümüzde insanların açıklamalara pek itibar etmediğini görüyoruz. Herkesin düşüncesi ortak: “Ölü sayısını, hasta sayını gizliyorlar.” (Zaten filmlerde de hep böyle oluyor) Korkuyu besleyen sosyal medya, komplo teorilerinde de sınır tanımıyor. Durumun böyle olmasının nedeni geçmişten beri şeffaflık ilkesinin yeterince uygulanmaması diyebiliriz. Gerçi “şeffaf” olunduğunda, her şey olduğu gibi kamuoyuna duyurulduğunda “infial” uyandırma tehlikesi de var. Ancak biz gazeteciler en azından her zaman gerçek bilginin peşinde olmak zorundayız. Evrensel bir bakış açısıyla bizim sorumluluğumuz devletlere, iktidarlara karşı değil. Bizler ilk olarak insanlığa karşı sorumluyuz. Umarım hekimler de aynı şeyi düşünüyordur. Vakaların ya da ölümlerin açıklanmaması, gizlenmesi insanların bu işi küçümsemesine ve yeterli önlem almamasına neden oluyor. Yetkililerin “infial” uyandırır korkusu insanların yaşamını söndürecek.
ÖZÜMÜZE DÖNÜYORUZ “YAŞAM DÜRTÜSÜ”
İnsanlık tarihi boyunca korkularımız sürekli değişerek devam etti. Mağaralarda şimşekten ve yabani hayvanlardan korkarak yaşadık. Yerleşik hayat bize yetiştirdiğimiz ürünlerin yağmalanacağı korkusunu getirdi. Kent yaşamında ise korkularımız daha çok ekonomik kaygılarla perçinlendi. Ekonomik korkuları yaşamımızın temeline koyduk. Kendimizi güvende hissetmek için oluşturduğumuz kentler bizim için dev bir akıl hastanesine dönüştü. Elimizdeki yok olur diye korkup durduk. Çünkü “yaşamak” dediğimiz kavramı sahip olduklarımızla ölçüyorduk. Bugün ise kapımıza dayanan virüs salgını bizleri en temel dürtülerimize tekrar kavuşturdu. 3 temel dürdü: “Yemek-içmek, barınma ve cinsellik” işte bu üç dürtünün tamamını kapsayan da “hayatta kalma” içgüdüsü. Korku değimiz şey de aslında kendiliğinden oluşmadı. Durup dururken korkmuyoruz. Hayata kalmak için korkuyoruz. Bugüne kadar kazanmak, daha çok kazanmak, mülk edinmek ve bu elde ettiğimiz şeylerin bizi daha iyi yaşatacağını planlarken işte bir virüs kapımıza dayandı. Bütün bu yaşadığımız psikolojik çöküntü içinde “Doğal seleksiyon” yani genetik olarak güçlü olanın hayatta kalacağını da hepimiz biliyoruz.
NOT: Felaket anlarında insanların üreme dürtüsü de canlanır. Mesaj açıktır:“ Ben gidersem DNA’m sen kal dünyada”. Bakalım bütün bencilliğimizi bir yana bırakıp “yardımlaşmayı” felaket anlarında yaşama geçirecek miyiz?