Nicedir ülkemiz, Cumhuriyet ve demokrasimiz her yönden derin bir sarsıntı geçirmekteyken, yapılan seçim sonuçları ile de durum kendini doğrudan açıkça göstermekte.
Dünyanın belki de en adaletsiz seçimleri karşısında, sağduyulu her yurttaşın birçok acıdan kaygılanmaması artık mümkün görünmemekte.
Ortada yıllardır istediği yönde yüksek gerilim üreten ve ürettiği bu yüksek gerilimden yarar sağladığına inanan bir iktidar gücü var.
Sonsuz sermaye, sınırsız medya ve eksiksiz, devasa kamu gücü sayesinde, kaybetse de bile her durumda, demokrasi aleyhine hep kazanım elde etmekte.
Laik cumhuriyet ve demokrasi farkındalığı ve duyarlığı bulunan her yurttaşın, bu durumdan endişe etmemesi nasıl mümkün olabilir?
Artık ya bir yol bulunarak ya da bir yol açılarak; “Yetsin artık, yetmelidir.” demektedir.
Bulunacak ve açılacak yol da bellidir.
Yeniden “ulusal egemenlik”tir.
Demokratik halk iradesidir.
Bunun için de yapılması gereken, bir an önce, tepeden tırnağa güçlü bir toplumsal özgüven, siyasal kararlılık ve başarma iradesidir.
Topluma, halka güven verilebilmesidir.
***
İşte bu noktada artık kaçınılmaz olan da durmadan şikayet edip sızlanmak değil, bir an önce silkinebilmektir.
Ülkenin, Cumhuriyetin demokrasinin, hak, hukuk ve adaletin önünün açılması için neredeyse çeyrek yüzyıla varan bu “ara dönemi” mutlaka sona erdirebilmektir.
Bu da CHP’den beklenir ve beklenmektedir.
Bunun için de alışılagelmiş yönetsel, örgütsel anlayışları terk etmelidir.
Siyasal, yapısal Rönesans, yani yeniden doğuş, üretmelidir.
CHP, bu aşamadan sonra, artık bu konuda herhangi bir mazeret, bahane, gerekçe öne sürmek, mümkün olsa da bile kesinlikle “geçerli” değildir.
İsabetli de değildir.
Kabul edilebilir de değildir.
Bir yandan topluma demokrasi sözü verilirken, her seferinde, kendi içinde de şu veya bu gerekçelerle demokrasi ertelenip, hiçbir şey için feda edilmemelidir.
“Şimdi sırası değil” denilerek, örgütsel demokratik süreçlerin işletilmesine bahaneler üretilmesi yanlışlığına düşülmemelidir.
Demokratik ilkeler, işleyişler ve süreçler göz ardı kesinlikle edilmemelidir.
İçeride görülen yanlışlıklara ve eksiklilere ilişkin yöneltilen çeşitli eleştiriler “zamanı değildir” gibi benzeri gerekçelerle mahkum edilmemelidir.
Tam aksine, ne kadar sert de olsa, demokratik bir anlayışla tolere edilebilmeli ve dinlenilmelidir.
Memnuniyetsizlikler, kabullenmeyişler ve şikayetler de asla ötekileştirici muamele görmemelidir.
Unutulmaması gereken de “yetki nerelerdeyse, sorumluluk da oralardadır.”
Kaldı ki bu iş bir gönül işidir, gönüller incitilmemelidir.
İncitilenler varsa, derhal onarılabilmelidir.
Tam tersine, bütün örgütsel süreçlerde en geniş, en yaygın katılım sağlanarak, örgütün toplam gücü, harekete geçirilebilmelidir.
Buna karşılık da sorumluluk mevkiindekilere yönelik eleştiri adına rencide edici, ağır yaklaşımlar içine de girilmemelidir.
Dün göklere çıkarırken, bugün yerle bir edici vefasızlığa da düşülmemelidir.
İşin özü, başaramayanlar elbet gitmesini bilmelidir.
Ancak koşulların gereği, bir yumuşak geçiş de göz ardı edilmemelidir.
Öfke ve sabırsızlıkla, içerde bir kaosa düşülmemelidir.
İşin özü, özle bütünleşilmelidir.
Halkçı, toplumcu CHP güçlendirilerek var edilmelidir.
***
Öte yandan “örgüt” örendir.
Örüle örüle büyüyendir.
Örüle örüle genişleyendir.
Örüle örüle güçlenendir.
Bu özellikleriyle halkçı bir örgüt, partinin yereldeki siyasal ve toplumsal önderidir.
Örgütün kadroları da önder özellikli ve niteliklidir.
İlerici, halkçı örgütlerin özelliği elbette demokratikliktir.
Bu hem çok gereklidir, hem de bir mecburiyettir.
Bunun en önemli aracı da “demokratik iç işleyişi”dir.
Bu durum “iç dayanışma”nın gerçekleşmesi için de kesinlikle elzemdir.
Önkoşulu ise “içerdeki işleyen demokrasi”dir.
Bu “vazgeçilemez”dir.
***
“Köyden birinin eşeği kaybolur.
Sahibi ararken, ötelerden bazı sesler duyulur.
Sesin geldiği yere yaklaşınca, karşısına derin bir kuyu çıkar.
Bakar ki eşek kuyuda.
O eşeğe, eşek de ona bakar!
Nasıl olduysa, düşmüş işte.
Durum hayli kötü ve zordur.
Köylüleri yardıma çağırır.
Kuyunun başına toplanırlar.
Eşeğin nasıl kurtarılacağı hakkında tartışa tartışa, uzun zaman harcarlar.
En sonunda da eşeğin bu kör kuyudan kurtarılamayacağına ve kuyuyu da içindeki eşekle birlikte toprakla kapatma kararına varırlar!
Kazma kürek, başlarlar toprak atmaya; eşeğin üstüne, kuyuyu doldurmaya.
Zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları her seferinde silkinerek yere dökmekte.
Böylece, ayaklarının altına aldığı toprağı çiğnedikçe, biriken toprakla birlikte eşek, gittikçe yükselmekte.
Bir de bakarlar ki, eşek yukarıda, yanlarında!
Herkes şaşkın ve ağzı açık, bakakalmakta!
Kurtarılamaz denilerek, gözden çıkarılıp kör kuyuda bırakılan eşek, o kuyudan “silkinerek” kurtulur sonunda!
***
Bazen işler, beklendiğinin tersine hiç de iyi gitmez ve umulduğu gibi yürümez.
Sorunlar arttıkça artar, hiç tükenmez.
Nerdeyse herkesçe inanılır ki durum çok zordur ve bir çözüm de üretilemez.
Ne var ki her şeye rağmen; sorun ne kadar ağır olsa da bütün zorluklarına rağmen, kararlılık ve dayanışma ile sabır, güven ve akılcılık ile sorunun üstesinden gelinebilinir.
Ama “sızlanarak” değil; “silkinerek” gelinir.
Kör kuyularda kalındığına inananlar çok fazla olsa da bile!…
Elbet kör kuyulardan sızlanarak değil “silkinerek” çıkılacaktır.