“Gökyüzünü, toprağın ısısını nasıl alıp satabilirsiniz?” diye sormuş Kızılderili şef Seattle, sonra devam etmiş; “Her parlayan çam iğnesi, bütün kumlu sahiller, karanlık ormanlardaki sis, her açık alan, vızıldayan böcek, halkımın deneyim ve anılarında kutsaldır.”
Keşke bizler de köyü sermaye için terk ederken, bu soruları sorabilseydik ve mücadelesini yapabilseydik… Bugün Anadolu sermaye tarafından kuşatılmış ve çölleşmeye doğru itilmektedir…
Şef Seattle devam ediyor; “Hayat ağını insan örmedi, o sadece ağın içinde bir lif… Çocuklarınıza bizim çocuklarımıza öğrettiklerimizi öğretin. Dünya annenizdir. Dünyaya ne olursa dünyanın oğullarına da aynısı olur. Eğer insanlar yere tükürürse kendi üzerlerine tükürürler.”
Devam ediyor; “Ben vahşiyim ve başka bir yoldan anlamam. Çayırlarda çürüyen binlerce buffalo gördüm. Trenle geçip giderken beyaz adamın vurup bıraktığı. Ben vahşiyim ve dumanlı bir atın, bizim sadece canlı kalmak için öldürdüğümüz buffalodan nasıl daha önemli olduğunu anlamıyorum.”
O beyaz insanın tarihine baktığında doğanın ve işgal ettiği yerlerde ki yerli halkı nasıl yok ettiğini görmek gerekiyor. O rahatı için dün kan ve zalimlikle elde ettiği sermayesine bugün daha fazla özgürlük istiyor. Dün buffaloyu öldürüyordu, bugün insanları…
Beyaz adam ve batı medeniyetinin diğer yüzü zalimdir… Oyunu kurar, sonra uygun oyuncuları seçer…
Yine dönelim Kızılderili’ye; “Benim beyaz adam gibi olmak istememem, bir mitolojik yaratık olmak istemem anlamına gelmez. Benim istediğim sadece gerçek bir insan olmak…”
Bugün kendimize sormamız gereken soru budur…
Gerçekten “insan” olmayı istiyor musunuz?
İstiyor muyuz?”
…….
Çocukluğumun Ayvalık’ını hatırlıyorum da bırakın kamış ile balık tutmayı denize kovayı daldırıp kova dolusu hamsi yakaladığımı biliyorum. O teneke saçlar üzerinde yapılan midyeler tadından yenmezdi… Karadikenler ise anlatılmaz bir lezzetti… Dut yemek serbestti.. O muhteşem çınar ağaçları üzerinde gel de Tarzan olma… Zamanı geldiğinde Kurtifilya’da gelinciklerle süslü doğada dolaş, gelincik topla, su dolu şişeye at, bekle ve iç… Papatyadan falına bak… Akasya’nın sümbülünü hem kokla hem ye… Tavşanlarla birlikte doğada dans et… İçtiğin kaçak sigara kokusunu çıkarmak için çam yaprağını çiğne… Gecenin sessizliğinde kim denize daha uzun işeyecek yarışması yap… Cunda kadınlar plajında kadınları dikizle.. Her yere ya yürüyerek ya da bisiklet ile git… Sarımsaklı’da ne in ne cin yokken keyfini sür. Beton binalar yok iken tarlalarında yetişen ürünlerinden taze taze kopar ye… Göz göze geldiğinde bir akım oluştuğunda kızaran yanağın o muhteşem ışığını titreşiminin içinden aşkın şiddetini ölç… Sokaklarında yürürken kokusu hoş bir şey mi duydun biraz durala nasılsa o kokudan veren olacak… Pazar sabahları ver elini sinema…
Sonra ne mi oldu…
Medeniyet geldi, dediler…
Her şeyin fiyatı var dediler…
O sokakta oynayıp ta terledikten sonra o sokak çeşmesinin ağzına ağzını dayayıp ta o suyu içmenin keyfini bana ne ile verecek medeniyet…
Medeniyet geldi, dediler…
Hemen kitap ve gazete okumayı bıraktık.
Cep telefonu ve internet yeni medeniyetimiz oldu.
Farkında olmadan öyle odun olduk ki hiçbir yeşilliğin bitmesine izin vermiyoruz. Her şeyi parmağa bağladık… O parmak dün bizim aklımız ile yönetilirken bugün teknoloji yönetiyor. Salağın cebinde kuruşu yok, borsanın derdine düşmüş…
Medeniyet geldi, dediler…
Kuş gribi salgını var dediler, milyonlarca tavuğumuzu hiç düşünmeden öldürdük. Keneden kaç kişi öldü.. Ya da 45 günlük süre içinde bir kıçlık yerde bokuyla birlikte büyütülen tavukları yiyip kanser olan kaç kişi.. İnsan haliyle özlüyor, semt pazarında satılan tavukları, horozları.. Alacaksın onları, baş aşağı tutacaksın, eve geldiğinde kesip tüyünü yolup tütsüledikten sonra tencereye atıp saatlerce kaynatacaksın… Kokusu yedi mahalleye gidecek. Bu yazdığıma bile şimdi hayvanseverler çıldırmıştır.
Kör olasıca şu emperyalizm yok mu onda ne oyun biter bizde de ne oynama arzusu…
Medeniyet geldi, dediler…
Doğa’nın sesi yerini paranın sesine bıraktı…
Beyaz adam dünyayı bok ediyor…
Diğerleri de acaba bize de düşer mi diye bekliyor…
Beklenen elbette para…
Para gelsin de kaybedilenler hiç önemli değil…
Kent hayatında değeriniz parayla ölçülüyor..
Oysa köy hayatında değeriniz toprak ve onun verdikleriyle ölçülüyordu…
……
Kızılderili şef Seattle diyor ki, ey Ayvalıklı sahip çıkmazsan deniz kıyılarına, Tabiat Parkı’na, doğal zenginliklerine yarın çok geç olabilir ve çok şeyini kaybedebilirsin…
Kaybetmek önemli değil diyor şef Seattle hasretini çekmek çok zor… Deniz kokusunu hissedip de görememek, dokunamamak kucaklaşamamak öyle ağır gelir ki insana bu aynen ırmak kenarında olup da susuzluktan ölmek gibidir. Dün doğanın verdiklerini bugün sadece parası olanın keyfince yaşaması öyle büyük alçaklıktır ki bu alçaklığı anlatacak kelime henüz bulunmamıştır… Mücadelemiz bu alçaklığı yenmek üzerine olmalıdır.
Devletin şirketleşmesi ya da şirketlerin devlet olması ve halkın bu oluşum üzerinden adeta yok edilmesi yeni dönemin yeni soykırımlarıdır…
Şirketler dönemine son hızla giderken bizleri bir arada tutan tüm ortak noktalar, bağlar hızlı bir şekilde değersizleştirilirken var olan tek şeyin cebinizdeki para ve tüketime dönük olarak yapılan harcamanızın öne çıkması ve bununla sınıflandırılmanız acımasızlığın boyutunu önümüze koymaktadır.
….
Ayvalıklı dostlarım mücadele etmek zorundayız. “Ayvalık Tabiat Parkı” satılık değildir noktasında ortaya büyük bir irade koymak zorundayız. Onlar asla vazgeçmeyecektir. Bizim gücümüzün kırıldığı anı bekleyeceklerdir. Bu saldırı belki diğer konular içinde en masum olanı olabilir. Ancak bu masumiyetin faturası çok ağır olacaktır.
Bunu görmek zorundayız…
Altınova’da denizimizin içinden aramayı düşündükleri demir madeni konusu da bitmiş değildir. 6 aylık süre Nisan’da bitiyor. Yeni bir hamle mutlaka gelecektir.
Bizlere şifa getiren rüzgarımızı paraya çevirmek için RES’lerden vazgeçmiş değiller.
Yine yeni tehlikemiz JES konusu da kapımızda…
Altınova’mızı korumak ve bilinçli tarım tekniklerini uygulayarak toprağımızın verimliliğini korumak zorundayız…
Zeytin alanlarımızı, sulak alanlarımızı, kuş zenginliğimizi korumak zorundayız.
Cennet Ayvalık’ta bizleri açlıkla ve yoklukla ve işsizlik ve çaresizlikle yok etmek ya da terbiye etmek istiyorlar. Evin içinde oturamayız. Sokakta doğanın içinde olmak ve el ele yürümek zorundayız.
Başka bir Ayvalık yok…
Teslim olmakta yok…
Kazansakta mücadele edeceğiz…
Etmek zorundayız…
Ve bütün bu zenginliklerden doğa ile uyumlu ve rantını halkımızın aldığı büyük bir ekonomi yaratmak zorundayız. Ve buna odaklanmak zorundayız…
Kaybedersek bilin ki hepimiz kaybederiz…
Kızılderili şef Seattle ne demişti:
“Topraklarınızı alacağız” dediler ve aldılar.
….
“Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde, beyaz adam paranın yenemeyen bir şey olduğunu anlayacak.”
Unutma beyaz adamın elindeki tek silah para ve tüketim ekonomisidir…
Biz ihtiyacımız kadar tüketirsek o yenilecektir. Bu kadar basit… Biz paraya yenilmezsek, biz oyunlara yenilmezsek, biz doğanın, toprağın, suyun ve denizin ve ormanın yanında kapı gibi durursak onlarda vazgeçecektir… Bu kadar kolay onu yenmek… Ve bu kadar zor onu yenmek…
Bütün mesele insan olup olmamak arasında düğümleniyor…
Sevgi ve saygılarımla…