Şöyle bir düşünüyorum da..
Kendi kendime soruyorum..
Biz neden böyleyiz ?..
Size de soruyorum aynı soruyu..
Hemen “Ne var halimizde?..” demeyin!..
Bi dur…Acele etme!..
Bu soru en çok sorulması gereken bir soru olmalı diye aklıma takılıyor da ondan..
Çünkü; “nedenleri araştırmak” insanı bir sonuca götürüyor!..
Soruya soru ile reaksiyon göstermenin alemi yok !..
Bakın şimdi sayıyorum ve de sorguluyorum..
Aceleci, araştırmayan, sormayan, sorgulamayan, disiplin altında geçen çocukluğun ve eğitimin getirdiği dışa vuran davranışları olan,
özgür davranma ile demokrat davranmayı karıştıran,
fevri ve sert bireyselliği benimsemiş,
kavramsal karmaşanın içinden kendimize özgü yöntemlerle çıkıveren bir yapıya sahip değil miyiz?..
Bir düşünün bakalım…
Saydıklarımı şöyle bir teker, teker sorgulayın..
Kendinizi bu profilin içinde buluyor musunuz,bulmuyor musunuz?..
Hem de yüzde yüz!..
Hepimizde bu saydıklarım var..
Bende de, sende de, onda da..
Hepimizi bu profilin içine sokan “ortak payda” ne biliyor musunuz?..
EĞİTİM!..
Şöyle bir düşünün…
Hadi gelin; birlikte düşünelim..
Okullarımızda ilkokuldan başlamak kaydı ile hep “korku kültürü” hakim değil mi?..
Kimilerine göre “saygı”, kimilerine göre adına “disiplin” denilen “sindirilmişlik “ politikasının egemen olduğu bir ortamda ;
gel sen özgürce düşün, soru sor, fikrini söyle bakalım..
Biraz fazla konuştuğumuz zaman
“Sus!..Konuşma!..Önüne bak!.”demediler mi?.
Ben 60 yıl önce ilkokuldaydım..
Benden önceki kuşaklar ve bizden sonrası maalesef hep böyle yetişti..
Atatürk ; fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller derken ;
soran, sorgulayan , araştıran bireyleri işaret etmedi mi?..
Bu sözlerini Cumhuriyet in ilk yıllarında söylerken “yeni eğitim” sisteminin de şifrelerini vermedi mi?..
Verdi vermesine de..
Çok acıdır ve de gerçekdir.
Okullarımızda sınıflara inildiğinde bunun hiçbir şekilde uygulama alanı bulmadığı görüldü..
Bireyden çok toplumcu bir felsefe eğitim sistemi olarak benimsendi.. Bu felsefenin benimsenmesinde belki “ülkenin zor şartlar altında olması” da etkili oldu..
Okullarda çocuğun “kendisi olma” özelliğine,
kendi kendine sorular sorup cevap vermesine veya cevap aramasına, kendi düşüncesini özgürce söylemesine,
tartışma kültürünün gelişmesine izin vermeyen bir öğrenci ve öğretmen profili ortaya çıktı..
Öğretmenlerimizde bu sistemin bir parçası oldukları için “Özgür” hareket edemedi, etmek istemedi veya kendini özgür hissetmedi..
İşte; İlk “kırılma noktası” budur bence..
O günlerden bugünlere bakın nasıl geldik..
1947’de ABD ile yapılan “eğitim işbirliği “ anlaşması …
Nedir?.. Diye merak ederseniz açın okuyun..
Araştırın, sorun, sorgulayın!..
Çok önemli bir başka “kırılma noktası” oldu…
Yani eğitimde Amerikan etkisi..
Bir türlü kendi duruşumuzu bulamıyoruz!..
1940’lı yıllarda kısa süreli bir Köy Enstitüsü” modeli uygulaması yaşıyoruz ama o’da mevcut eğitim felsefesine etkili olamadı..
Bir “kırılma noktası “ da budur!..
12 Eylül ün getirdiği YÖK ile bir “kırılma noktası” daha yaşadı sistemimiz..
Yüksek Öğretimde yine ABD etkisine devam!..
2000’li yılların başında ilköğretimde yapılan değişiklikler ile “toplum kökenli” felsefeden “bireysel’e geçiş” denemeleri..
Bir “kırılma noktası” da burada!..
Sonra…
Bugün..
Laiklik karşıtı söylemlerin, dini motiflerin “arabesk kültür” ucubesinin kodlarının verildiği bir “eğitim sistemi” oluşturma eylemi..
Bir “kırılma noktası” da burada!..
Cumhuriyet in 96. yılını idrak ettiğimiz şu günlerde;
Eğitimde “kırıla, kırıla “ geldiğimiz bu noktada ;
“Biz neden böyleyiz” sorusunun cevabını,
ne yazık ki;
hala eğitim de arıyoruz!..
Atatürk “Cumhurbaşkanı olmasaydım;Milli Eğitim Bakanı olmak isterdim” diye boşuna söylememiş!..
Cumhuriyetimizin 96.yıl dönümü kutlu olsun!..