Günümüzde acımasız rekabet şartları nedeniyle sporcuların üstün yeteneklerinin yanında çelik gibi sinirlere de sahip olması şart. Zira öfke kontrolü konusunda handikap söz konusuysa tüm taktikler o zaaf üzerine kurulabilir. Maç öncesi rakibini küçümseyen ya da tersine öven bir teknik adam ile maç sırasında rakibini sinirlendirmeye çalışan oyuncular karşı tarafın motivasyonunu bozma ve taktik anlayışlarından uzaklaştırma niyetinde olabilirler.
“Amaca giden her yol mübah” olduğu için sadece müsabakanın ardından sporcuların sergilediği tavra odaklanıyoruz. Maç öncesi birbirlerine hakaret etmişler, maç sırasında düşmanca davranmışlar, hiçbiri önemli değil. Karşılaşmadan sonra yalandan bir tokalaşmışsa ya da sessizce sahayı terk etmişse yeterli… O da profesyonel ortamın devamlılığı için.
Tartıda boksörlerin çileden çıkarıcı tavırlarla birbirlerini tahrik etmelerini izleyenler maçın bir savaşa dönüşeceğini düşünürken maç sonunda psikolojik harp sona eriyor ve sporcular galibiyet için yaptıkları bütün çirkeflikleri unutup ringi terk ediyorlar. Tabii her boksör için aynı durum geçerli değil. Böyle bir ortamda güçlü bir psikolojiye sahip değilseniz Mike Tyson gibi maç esnasında dişlerinizle rakibinizin kulağından bir parça ayırabilir ve kariyerinizi riske atabilirsiniz. Futbol dünyasında Tyson’ın izinden giden Luis Suarez’in hem Ajax hem de Liverpool formasıyla yaptığı vukuatları ona toplam 17 maça mal olmuştu. Gönül ister ki sporcuların dişlerini sadece madalyaya geçirdiklerini görelim. Bir de saha içinde bir ısırıkla yetinmeyip büyük kavgalar çıkaran ve travmatik olaylara sebebiyet verenler var! Belki de en çok bilineni 19 Kasım 2004 yılında Detroit Pistons ile Indiana Pacers arasında oynanan maçta çıkan kavga. Metta World Peace (Ron Artest) ile Ben Wallace arasında başlayan gerilim tribünlere kadar taşmış ve sporseverler için inanılmaz kötü görüntülere sahne olmuştu. Ancak beni en çok etkileyen 2004 yılında FIBA Avrupa Ligi Yarı Finalinde Unics Kazan’a karşı forma giyen Ural Great oyuncusu Ruslan Avleev’in yaptıklarıydı. Maçta bir pozisyon sonrası faul beklerken topla yürüme kararı veren hakemin yüzüne önce topu fırlatmış, sonra yumrukla yere serip acımasızca tekmelemişti. Avleev’in hayvani bir tutumla kendisinden zayıf ve güçsüz bir hakemi darp etmesi karşısında resmen kanım çekilmişti. Profesyonel bir sporcu bunu nasıl yapabilirdi? İşin daha da kötü tarafı Unics Kazan’ın ertesi yıl Avleev’i transfer etmesiydi. Unics Kazan yöneticileri Avleev’in hakem üzerindeki performansını beğenmiş olacak ki, spor yaşamı kavganın olduğu maçta bitmesi gereken Avleev’i ödüllendirircesine takımlarına dahil etmişlerdi.
BİZDEKİ AGRESİFLER
Ülkemizde forma giyen Amerikalı oyuncuları düşündüğümde aklıma ilk gelen Paul Dawkins, Larry Richard, Pete Williams, Steve Rogers, Conrad McRae, Kevin Rankin… İyi sporcular ve onun ötesinde müthiş insanlardı. Tabii onların yanında Anthony Mason gibi bizlerde olumsuz hisler uyandıran basketbolcuların da yolu düştü ülkemize.
2015 yılında henüz 48 yaşında vefat eden Anthony Mason, 1988 yılında profesyonel kariyerine adım attığı Efes Pilsen’de hiç de hoş olmayan anılar bırakarak ülkesine dönmüştü. Mason’un zihnimizde olumsuzluklar çağrıştırmasının sebebi aslında saha içiyle alakalı değildi. Türk basketbolseverlerin kalbinde ayrı bir yeri olan ve büyük sempati duyulan efsane koç Aydan Siyavuş’a olan tehditkar tavrıydı. O dönem Anthony Mason’dan istediği verimi alamadığı için sürekli karşı karşıya gelen ikili arasında ipleri koparan ise takım toplantısında Mason’un elindeki bıçak ile dişlerini karıştırmasıydı. Amacı neydi bilinmez ama bu tutum onun ülkemizdeki kariyerinin sonu olmuştu. Daha sonra yıldızının parladığı NBA’de sertliğini sahada ve oyun kuralları içinde göstermeyi akıl edince ligin en iyi savunmacıları arasına girmiş, uzun ve başarılı bir kariyer sürmüştü. Tabii ağzıyla kuş bile tutsa bu saatten sonra bizim gözümüze giremezdi.
Sporu takip ettiğim sürece saha içinde aşırı sinirli ve agresif oyunculara antipati duydum. Maç içinde gereksiz sertlik yaparak oyunu gerenler hep itici geldi. Hele ki işi kavgaya dönüştürenler! İtiraf ediyorum, sadece bir olayda çok farklı düşünmüştüm. 1993 yılında Avrupa Kulüpler Kupası finalinde galip gelmelerine rağmen Efesli oyunculara saldıran Arisli taraftarların yaptıklarından nefret etmiştim. Maç bitiminde tribünden sahaya doluşan yüzlerce fanatik Yunanlıya karşı ellerine geçirdikleri sandalyelerle kendilerini savunan oyuncularımızın çaresiz halleri bana çok dokunmuştu. İşte bu yüzden 1997 yılında Selanik’te oynanan maçta sakin tavırlarıyla bilinen Beşiktaşlı Gary Alexander kendisini tahrik eden Arisli oyuncuyu saltoyla yere çaldığında açıkçası içimde bir ferahlama olduğunu söylemeliyim. Ancak şimdi düşündüğümde maç sonrası sporcunun takımla ilişiğini kesen Beşiktaşlı yöneticilerin doğruyu yaptığına inanıyorum. Tahrik ne kadar ağır olursa olsun hiçbir profesyonel oyuncunun kendine hakim olamayıp takımına zarar vermeye hakkı yok. Ne Gary Alexander’in ne de 2006 Dünya Kupası finalinde Materazzi’ye kafa atarak takımını şampiyonluktan eden Zidane’ın… Zira keskin sirke küpüne zarar.