1989 yazında Balıkesir – Altınoluk’da çocuklarımla birlikte yaptığımız tatil kurban bayramına rastladı. Kurban alıp kesmeye hep birlikte niyetlendik. Özellikle çocuklarım çok istiyorlardı. Bu bizim keseceğimiz galiba ilk kurban olacaktı.
Altınoluklu bir arkadaş vasıtasıyla çevrede kurban aramaya başladım. Tam o günlerde yıllardır Türklere şoven baskılar uygulayan, isimlerini değiştirmeye uğraşan Jivkov yönetimi Bulgaristan kapılarını açmış on binlerce kardeşimiz büyük bir sevinçle Türkiye’ye koşmuşlardı. TV hiç durmadan onları yayınlıyor, sıkıntılarını diye getiriyordu.
Çocukların aklına o yıl kurban kesmemek, parasıyla Bulgaristan’dan gelen kardeşlerimize yardım etmek gelince, kurban kesmekten vazgeçtik. Yardım edebileceğimiz yeni gelen bir soydaşımızı aramaya başladık.
Altınoluklu yerli birkaç arkadaşa sorduktan sonra bir marangozhanede çalışmakta olan bir soydaşımızın varlığını öğrendim.
Hemen giderek marangozhanenin sahibini buldum. Orada çalışmakta olan birisini gösterdi. Yanına giderek kendimi tanıttım. Benim yaşlarda, çok temiz yüzlü, gözlerinin içi gülerek bakan bir gençti. Konuşmaya başladım:
“Merhaba. Hoş geldin, kardeşim.”
“Hoş bulduk, efendim.”
“Kardeşim, biz bu yıl keseceğimiz kurbanın parası ile gelen kardeşlerimize yardım etmeye karar verdik. Eğer kabul edersen, bizi çok sevindireceksin. Buyurun.”
Parayı uzattım.
Soydaşım, bir süre eline aldığı paraya baktı. Sonra başını kaldırdı.
“Bu sabah Edirne’den bir telgraf aldım. Bizim çocuklar da Edirne’ye gelmişler, gidip kendilerini almamı istiyorlar. Ne yaparım? Bu gurbet elde nasıl giderim? diye düşünürken geldi bu para. Allah razı olsun. Allah razı olsun.”
Gözlerinden iki damla yaş yuvarlandı.
Ben hemen arkamı dönüp uzaklaştım. Soydaşım ne diyeceğini bilemeden orada kalakalmıştı.
Biz o yıl kurban kesemedik. Bayramda et yiyemedik. Ama hepimiz çok, çok mutluyduk.