“Yazma” sözcüğü, beni başka dünyalara iletir. Güncel iletişim dili, sanal alemde; ikonlar ve kısaltmalarla gerçekleştirilmekte. Yakın zamanlara değin kırsala yerleşim alanlarında, yeni evlenen gelinlerin ve gelinlik hanım efendilerin başlarına örtündüğü el iş göz nuru, el baskı, rengarenk örtünme, süslenme örtüleri dikkatimdedir. Bu günlerde, sandıkların boşaltılması için hanım pazarlarında pazarlanıp antik, otantik pazarlamacılarda ayaklara düştüğünü görüyoruz. O, renk renk oyalarla bezenen, baş örtüleri yerini siyasallaşmış biçimlere bıraktığını görüyoruz. Toplumda farklı görüntülerin oluşması başka bir konu. Türkülere , sevdalara konu olması bir başka dünya.
“ AL YAZMAM DALDA KALDI aman
Al yazmam dalda kaldı / Aman gözlerim yolda kaldı.
Yıkılası meyhane / Aman serhoşum nerde kaldı.
Al yazmamın oyası / Elime çıktı boyası
Gelcen dedi(alcen dedi) almadı / Allah’ından bulası…” diyen dillere gönüllere ne mutlu
Al yazmamı düreyim / Aç kapıyı gireyim.
Uyu uyan sar beni / Aman yar olduğunu bileyim… ” diyerek gönülleri filizlendiren duygu düşüncelerin bayrağı olan, güzellikleri görmeden duymadan yaşayanlara ne diyelim.
En zor yazı, insanın kendini yazmasıdır. Kendini yazmak biçim, biçimdir. Kendine övgü, kendine yergi, kendini öykülendirme, insani hayalleri, duygu, düşünceleri ve davranışlarımızı kaydetmek, biyografik özelliklerimizi dört dörtlük aktarmak olası mı?
Naci Kasım Üstad; “Dünyada zorluklar olmasaydı, başarı da olmazdı. Zorluklar insanın kuvvetini terbiye eder, onu gelecekteki başarıya hazırlar” buyurur.
Zorlu dönemlerden geçerken, insanın kendine yazması da ayrı bir zorluklar içerdiğini kabullenmemiz de zordur.
ABORJİNLER’DEN; “Gerçek sevgi, karşımızdakinin kötülüğüne neden olmamaktır.” diyen atasözü, insana ve insanlığa bir ışıktır. “Ben seni seviyorum” demek; kuru bir ifadedir. Kendini sevmek, kendine yazmak bencillik batağına batmadan, doğanın güzelliklerini fark edip; insanı yüceltip, onurlandırabilmek, ayrı bir olgunluk ve ayrı bir sevdadır.
İnsanımızın içindeki bu yazma sevdası, kişinin vicdan denizinde dalganırken, küçük çırpıntılar yerine kayalara tırmanan dalgalanmalar yaşarken, kendine ve çevresine zarar vermeden gerçekleşiyorsa sorun yok.
En yoksul kişiden, en varsıla kadar vicdanları yaralıyor; nefret, kin, aşağılama, iteleme, ötelemeler yapıyorsa, gözle göremediğimiz, elle tutamadığımız, cümlelerle ifade edemediğimiz gizli sorunlar, kanser nodülleri gibi gelişip büyür, toplumsal bağışıklık; vicdani sitemini çökertir.,
BERNARD SHAW; “En yüksek mahkeme, en yoksul kişinin girişimiyle harekete geçemiyorsa; ADALET bir komediye dönüşür ancak.” diyor. Katılıp katılmamak özgür irade ve kendinize öz saygıya bağlı….
Konuyu dağıtıp, eğip bükmeden toplarsak;
“Çay benim , çeşme benim / aman derdimi deşme benim.
Hakikatli yarim isen / Aman önümden geçme benim…” diye seslenir TAVAS zeybeği erenleri.
Sabahattin Eyüpoğlu; Nerede bir türkü dinlesem, şairliğimden utanıyorum” diyor anılarında. Yaşam hoş bir sada olarak yaşanıyorsa, dosdoğru bir yaşamdır. Ah ile vah ile geçiyorsa; sadasız, edasız vefasız bir zaman dilimi olarak kayda geçer.
ATATÜRK DİYOR Kİ; “Biz Türkler; bütün tarihimiz boyunca özgürlük ve bağımsızlığa örnek olmuş bir ULUSUZ.” günlük yaşananlardan karamsarlığa ve umutsuzluğa kapılmanın gereği yok.
AKIL HASTANESİNDE ;
“Hastane bahçesinde gezinen doktor, eline kalem almış hastaya;
-Ne yapıyorsun sen?
-Mektup yazıyorum, doktor;
– Kime yazıyorsun?
-Kendiime
Peki ne yazdın ?
Bilmem daha postaya vermedim. Gelmedi.”
Yazdıklarının sadasını bekliyor * İ D U R A K İ *
SAĞLIK, ESENLİK İÇİNDE; BOL GÜNEŞLİ GÜNLER.
IŞIĞINIZ EKSİLMESİN, AYDINLIKLAR İÇİNDE MUTLU, MESUT, BAHTİYAR OLUNUZ CAN DOSTLAR.
Nasıl, yazmayı allayıp, pullayıp, başlara taç yapabildim mi?