100 yıl önce topraklarımızı işgale gelen emperyalizm, aradan geçen zaman sonrasında kendini geliştirdi. Artık, beşeri insan sermayesi işgal için kullanılmıyor. Çünkü tahmin edilebileceği üzere “daha maliyetli”.
Kapitalizm gölgesini satamayacağı ağacı keser diyen Marx’tan günümüze, hem emperyalizmin işgal güçleri hem de direnenlerin direniş alanları değişti. 18 ve 19. Yüzyıllarda emeğin sömürüsü üzerine ortaya çıkan durumda, tarafgirlik ve karşıtlık üzerinden türeyen toplumsal hareketler ve özellikle sol gelenek, 21.yüzyılda insanlığından ve yaşama savaşından sınava çekilmektedir. 21.yüzyılın sol teorileri, dünyanın 3.kuşak hakları olarak bildiği genelde Dayanışma Hakları olarak kavramsallaştırılan; Çevre Hakkı, Gelişme Hakkı, Herkesin İnsanlığın Ortak Mal Varlığından Yararlanma Hakkı gibi haklar üzerinden kendine bir alan tarifi yapmaktadır. Günümüzde çevre hakkı kapsamında yapılan eylemleri, popüler kültür davranışı olarak değerlendirmek ve çevre hakkı için mücadele edenleri eleştirmek sıkça düşülen genel bir hatadır. Çünkü popüler kültür tüketir, oysa çevre tüketmekten çok üretim üzerine ve ekolojik bütünlük üzerine kurulur.
Bu bağlamda, Türkiye’de özellikle AKP iktidarı döneminde hunharca yapılan doğa katliamları hep gündem olmuştur. Hatta öyle ki, artık çevre katliamına “alışma” durumu ortaya çıkmıştır. 3. Havaalanı için yapılan katliamların sonucunu, bugün kuş sürülerine çarpan uçaklarla görmekteyiz. Yine Kuzey Ormanları, Tunceli Munzur dağları, Akdeniz ve Ege’deki ormanlar, Salda Gölü, orman vasfını yitirdiği iddia edilen 2B arazileri, hep bir rant unsuru yaratmaktadır. Bu rantın çok uluslu şirketlerin maden işletmelerine peşkeş çekilmesi ise emperyalizmin ne derece akışkan bir şey olduğunun göstergesidir. Öyle ki, doğal dokuya yönelik katliam sonucunda kurulan maden işletmelerini incelemeye gittiğimizde ilginç durumlarla karşılaşmaktayız. Bunların en önemlisi maden işletmelerindeki istihdam gerçeğidir. Türkiye’deki altın madeni işletmelerinin ortak bir özelliği var: Kurulan işletmenin yanındaki yöresindeki köyü neredeyse tamamen istihdam etmesi. Emperyalizm işte bu noktada direniş sathı önüne bir set çekmeyi amaçlamaktadır. Kurulan işletmenin civarındaki köylerden yapılan istihdamla, maden işletmesinin zararlarını göstermek isteyenlere karşı yöre halkını yanına çekmeyi amaçlamaktadır. Bunda da kısmen başarılı olmuştur. Bir dönem Alman vakıflarıyla gündem olan altın arama faaliyetlerinde şirketler, artık yeni bir taktik geliştirerek yöre halkını yanına çekmekte ve onları en zayıf yerlerinden ekonomik güçlerinden sömürmektedir. Bu da doğa ve çevre mücadelesini kısmen engellemektedir. Bunun en güzel örnekleri ise Kazdağlarında görülmektedir.
Kazdağlarını Korumak Asli Görevimizdir
Kazdağları genel olarak Çanakkale ile Balıkesir’in güneyindeki alanları kapsayan ve zengin oksijen rezervi ile dünya oksijen kalitesi açısından önemli bir alandır. 100 yıl önce işgale gelenlerin başaramadığı şeyi, bugün iktidarın da özel teşvik ve destekleriyle başaran maden şirketlerinden geriye bu coğrafyada kel tepeler, ot bitmez düzlükler kalmıştır. 6 ay önce Meclis Genel kurulunda yaptığım konuşmada “İktidarın bu maden şirketleriyle nasıl bir ilişkisi var bilmiyoruz ama sorduğumuz her sorunun cevapsız kaldığını biliyoruz. Kesilen ağaçları sorduğumuzda, ağaç kesiyoruz ama yerine üç katını dikeceğiz. Kesilen her bir ağaç bir canlı. Hiç yeni doğan çocuğunuz ölen çocuğunuzun acısını unutturur mu, ya da çocuğu ölen bir kişi olsun yenisini yaparız diyebilir mi?” diye isyanımızı dile getirmiştik. Kuşkusuz bu isyan, bu yaşadığımız Kazdağları’nın ortak çağrısıdır. Kazdağları, mitolojik anlatımlarda İda olarak kendini bulan ve asgari 3 bin yıllık geçmişi bilinen bir dağ sırasıdır. Kazdağları adını ise bölgede yaşayan Tahtacı Türkmenleri vermiştir. Tahtacı Türkmenleri, bu dağları kutsal bilmektedir. 566 yıldır her yıl Ağustos ayında topluca Kazdağları’na çıkan Türkmenler, Sarıkız Hayrında buluşmakta, ibadetlerini yapmakta ve kurbanlar sunmaktadır. O yüzden bu dağların bir inanç alanı olduğu gerçeği de unutulmamalıdır.
Tüm bu tarihsel ve sosyokültürel noktaları atlayarak, bugün Çanakkale üzerinde maden arayan Kanadalı şirketin doğaya en ufak bir saygısının olmadığı da kamuoyuyla paylaşılan fotoğraflardan da anlaşılacağı üzere görülmektedir. Yine sosyal medyaya düşen bir video ile şirketin ve yöneticilerinin hem insanımıza hem de doğamıza hangi gözle baktığı görülmüştür.
Bizler, yalnızca bize oy veren yurttaşların değil, içinde yaşadığımız doğanın da vekilleriyiz. Derelerin, denizlerin, dağların, ormanların, canlı hayatının da vekilleriyiz. Ve buna göre mücadele edecek, buna göre yaşayacağız. Çünkü biz bu toprakların çocuklarıyız. Ege’nin maviliğini koynunda binlerce yıldır yaşatan Kazdağlarını ve Madra’yı korumak, suyumuzu havamızı korumak, bizim asli görevlerimizdendir. Bugün Kirazlı’da suyumuzu kirleten ve Kazdağlarını kel tepelere çevirenlere karşı doğamızı korumak, tarihsel bir sorumluluktur. Ve bu sorumluluğu aldığımız güç de hem geçmişimiz, hem de geleceğimizdir.
O yüzden, bir kez daha söylüyoruz: Kazdağları Hepimizin
(*) CHP Balıkesir Milletvekili Ensar Aytekin’in BirGün gazetesi için kaleme aldığı Kazdağları mücadelesini anlatan yazısı…