Ünlesem sesim duyulur denizin koynundaki yeşil adalardan
çam kokulu ormanı bir o yana bir bu yana taşır martılar,
elim yüzüm tuz içinde harcını kararım hayatın
çiçekli bayırlarda ustalar önüme çıkar
öyküsünü dinlerim Sarıkız Mermerleri’nin
Kartalkaya Tepesi’nden, Kız Pınarı’ndan savrulur Homer’in söylenceleri
aşkını çoğaltır zeytin işçilerinin,
yalçın bir terastan gülümser ince bir nakışla çobanların atası paris
dudaklarında zeytin dalı, avuçlarında kırmızı elma
dayamış sırtını koca çınarlara, arzularını tutuşturuyor
damarlarında bir marşandiz
Aşk delisi Afrodit, Artemis ve Hera
görücüye çıkıyorlar, tenlerinden dökülen dağın ışıklarıyla
bu üç güzelden biri, belki de annesidir Türkmen güzellerinin
Düden Yaylası’nda, Kaz Avlusu’nda Hektor’u aranıyor
savururken öfke okunu Akhillius’un gözleri,
Zeus’un Altarı’nda bir güvercin gibi çırpınıyor Helena’nın yüreği
Tanrıların otağı Gargara Tepesi’nde zamanla söyleşir bir dizi gömüt
kimi kahramandır, umarsız aşık kimi
bol pınarlı kaynaktan akar yüreğimize çoğalır türküleri
Tanrıdan eski zamana akran, masalla gerçeğin seviştiği yerde
Sutüven’de yundum arındım
gül topladım toprağından tanığımsın dağ yeli
Eros’un aşk arabasından dağın rahmine düşen tohum
türküsüyle besleniyor yer altı sularının
dört mevsim çiçek açıyor, şiir terliyor yaprakları
tanığıyım bu anların
Bülent GÜLDAL
Doğa, kirlerinden ve safralarından er geç arınıyor.
Zirvelerin uğultulu rüzgârı, kilometrelerce uzunluğundaki yer altı geçitlerine inerek yerin mağmasını körüklüyor. Binbir çeşit bitkinin özsuyuyla beslenen suyun adı kaplıcaya dönüşüyor yeryüzünde. Soğuğu, sıcağı barındıran dağın damarlarından fışkıran kaynakları yüzyıllar önce şöyle tanımlıyor Homeros:
“Birinden yumuşak (yani ılık) bir su akar ve üzerinden sanki ateşten çıkıyormuş gibi bir duman tüter, ötekinden ise yaz ortasında bile kar gibi, dolu gibi soğuk bir su akar.”
Belki yatakları değişmiştir ama diş donduran, el yakan özellikleriyle kayalardan sekerek, geçitlerden geçerek denize doğru akışlarını sürdürüyorlar.
Türkmen güzellerinin sere serpe yıkandıkları göletlerin yerini minicik büvetler almış olmasına rağmen, söylenceler anası dağ, sevgilisinin aşkına mağlup olan Hasan’ı, kayalarla dans eden Sutüven’i, aralarında barındırmayıp da sonradan tapındıkları Sarıkız’ı suların türküsüyle çoğaltıyor.
Zirvelerde yürümeye yol bulunamazken birden bire karşınıza çıkan bir yer altı tünelinin girişi ürpertiler uyandırır içinizde. Coğrafyacı Strabon bu geçitlerden birinin varlığını şöyle anlatır:
Edremit yakınlarındaki bir köyden çobanın biri sürüsünü otlatırken keçilerden bir kaçını yitirir. Aramasına rağmen bulamaz. Ertesi gün, bulunduğu yerden yaklaşık on kilometre uzaklıktaki Tanrılar Anası Kybele’nin tapınağının bulunduğu yere kurban kesmeye gider. Tapınağın yakınlarında bir geçidin ağzında yitirdiği keçilerini bulur. Bu geçidin içini merak etmiştir etmesine ama girip girmediğini yazmıyor Strabon.
Kurbanların, sunuların, bez bağlamaların süregelmesi insanın giz bildiği tünelleri olduğu gibi kabullendiğini, değişimi zamana bıraktığını gösteriyor. Çağlar öncesinde olduğu gibi bugünde mağaralar, koruluklar, kaynaklar, doruklar korkuyla karışık saygı uyandıran yerlerdir. Bu gibi yerlere yakıştırılan tanrılar zaman içinde ortadan kalkarken, korku, insan duygularında varlığını günümüze kadar sürdüregelmiştir. Görkemli tapınaklar yerlerini güncel ibadethanelerin gölgesine terk ederken insan neşesini de yitirmiştir sanki. Anlamını öğrenmeye üşendiği her olguya bir tanrı yakıştıranlar yok artık ama yine üşengeç, kendisi olmamakta ayak direyen mutsuzlar ordusunun yaratıp taptığı tümsekler, ağaç kovukları, kaya parçaları insanlık merdiveninin birkaç basamağını kırsa da, hayat er geç onarıyor kendini. Aksi olsaydı, deve kervanlarının yerini ses hızını aşan uçaklar almazdı.
Gökkuşağının yedi rengini kuşanan dağın florası, pırıltılarla akan sular, kuş cıvıltıları, patika yolları kendi başlarına yürüyen atlar ve sırtlarındaki Türkmen güzelleri hiç durmadan yenilenerek söylenegelen coşku dolu türkünün dizeleri oluyorlar bir yerde. Güncelin olumsuzluklarına rağmen kendi türküsünü ısrarla söylüyor dağ.