“Doğayla savaş halindeyiz. Eğer kazanırsak kaybedeceğiz” demiş Hubert Reeves.
Türkiye için “cuk” oturan bir tespit.
Onlarca yıldır savaşıyoruz.
Kazanıyor gibiyiz(!)
Kaybettiğimizi gelecekte anlayacağız şüphesiz de bugün kazandığımızı sandığımız savaşın sorumlularını bulabilecek miyiz?
Hayır.
İda’da aylardır on binlerce ağaç kesilirken, köylüler ve yörede faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları ile yerel basın dışında kimsenin sesi pek duyulmadı da…
Ne zaman çölleşen görüntüleri düştü ki sosyal medya ve yaygın basına, o zaman ayağa kalktı Türkiye.
“195 bin ağaç kesilene kadar aklınız nerdeydi” diyerek eleştirme gayretinde olanlar var görüyorsunuz.
Fakat hep altını çiziyoruz, Kaz Dağları’nda, Murat Dağı’nda, Madra’da, Havran’da madenciler hep var ve hep var olacaklar.
Yerel anlamda mücadeleler de hep veriliyor, verilmiyor değil.
Ancak buradaki ülkesel tepkinin sebebi Kaz Dağları’nın gökyüzünden çekilen ve insanın içini kurutan tüyler ürperten fotoğrafının kamuoyuna düşmesi oldu.
Evet, geç kalındı belki; kesilen kesildi.
Ama önümüzde siyanür tehlikesi ve madenden sonra doğanın bir daha asla eski haline dönemeyeceği gerçeği de var.
Ki bundan sonra eminiz ki bu tip doğa düşmanlarına karşı çok daha sıkı bir takip ve etki süreci devam edecek.
Peki ya, yabancıların ormanları yok edip, yeraltı zenginliklerini sömürüp geride enkaz bırakıp giderken devlete yüzde 2 gibi komik bir pay bırakmalarını savunmak için akıllara ziyan konuşma yapanlara ne demeli?
Bakınız Çanakkaleli sayın milletvekili –ki Kaz Dağı’nın vekili aslında– ne söylemiş?
“…Bugün kağıdı kullanıyorsak, ahşap masada yemek yiyorsak aslında bunlar da bu ağaçlardan kesilen ürünler…”
Hubert Reeves’e bakın yazının başında aktardık dediğini.
Bir de sayın milletvekiline…
Bakış açısı ve karşılaştırmaya bakar mısınız?
Hangi saikle bilinmez, elin Kanadalısının siyanürlü altın aramasını savunacağım diye “kullanılan kağıt nasıl yapılıyor” noktasına geliyor. Süper bir yaklaşım, tebrik ederiz!!
Kanadalı firma CEO’su da kendince noktayı koymuş ve demiş ki: “İzinler için 5 milyon verdik, gösteriler siyasi saldırı…”
CEO da “bizden” biri olmuş anlaşılan, parayı verenin hep düdüğü çalan olacağını düşünüp tepki gelince bizdeki klasik siyasi bakış açısı gibi çevrecileri “siyasi saldırıda bulunanlar” olarak suçlamış.
Kanada’da bir çevre katliamı olmaz da olduğunu varsayalım, orada tepki gösterenler olduğunda da “siyasi saldırı” mı der CEO bilinmez ama CEO’nun dedikleri zaten bizim konu alanımıza da girmiyor, elbette o kendi şirketinin çıkarları için boş da olsa konuşmak zorunda.
Yine de akıl sınırlarımızı zorlar halde düşünmedik değil, nasıl bir siyasi saldırıdır çevreyi koruma çabası?!..
Bununla beraber çevresel haberlerde son günlerde Kaz Dağları ile yarışan bir de Salda Gölü’müz var biliyorsunuz.
Salda, Türkiye’nin Maldivleri.
Yaklaşık 2 milyon yıl önce oluşmuş. Bugüne kadar el değmemiş ve hiçbir zaman el değmemesi gereken Türkiye’nin en temiz gölü; birkaç yıl öncesine kadar sessiz ve gizli kalmış halini korurken internet ve sosyal medya sayesinde turistlerin ilgisini çekerek bir anda inanılmaz derecede popülariteye kavuştu.
Kaybedeceğimiz yakındır!
Orada da çevresel tehlike var; turist akını, Düden Deresi’ne gölet inşa edilmesi, Millet Bahçesi projesi ile gündemde endişeleri artıran…
Gölün Maldivler olarak bilinen kısmında hiç yapılaşma yok ve endişelerin yükselmesi de tamamen bu güzelliğin kısa bir süre sonra yitirilecek olması kaygısından kaynaklanıyor ki geldiğimiz son noktada durum kaygı halini de aşıp gerçeğe dönme yolunda.
Zira bakınız Sayın Çevre Bakanı da ne dedi Maldivler olarak anılan kısım ile ilgili: “Burada yapılaşma olmayacak; sadece dinlenme mekanları, soyunma kabinleri, mescit ve duş alanları olacak”
Hoppalaaa…
Bunlar yapı ve olduğunda da ortaya çıkacak görüntü yapılaşma değil mi?
Yapılaş ile yapılaşmama arasındaki ince ayrım var bizde, yaşayıp görüyoruz işte.
Bakir olan her güzelliğe bir büfe kondurdun mu, bir mekan yaptın mı ardı arkası gelir…
Onun yanına usul usul bir tane daha…
Onun arkasına bir tane daha…
Sahillerimizdeki gazino, cafe, şezlong, büfe işgalleri; usul usul kayırmalar, ses çıkarmamalar, komik işgaliye ile sözde ceza kesmeler sonrası tüm kıyı şeritlerimizin hali ortada değil mi?..
Ya da Trabzon Çaykara’da yer alan Uzungöl… On yıl öncesine kadar bakir kalmış bir yaylayken, yükselen popülaritesiyle zaman içerisinde beton yığınına dönüşmedi mi? Eski hali, yeni hali fotoğraflarına bakarken bile içimiz cız etmiyor mu?
Bu yüzden işte, Salda bari bırakın öylece kalsın, hiçbir şey yapmayın, hiç dokunmayın.
Hatta turist ve araç çıkışına da sınırlama getirin.
Korumamız gerek.
İster bir kafe koy, ister bir büfe…
Orası bitmiş demektir, geleni durduramazsınız..
Salda’ya dokunmamak gerek.
İnsanın uzak durması gerek.
Reeves’ı tekrar hatırlayalım:
Doğayla savaşı kazandığımız an kaybedeceğiz geleceği!
Çevreyi bitirerek…
“Kazanıyoruz” mu sanıyoruz sahiden?