Yaklaşık iki saatlik kayıtlı bir görüşme gerçekleştirdik Sinan Kahyaoğlu ile. Biraz okuyacağınız metinler onun alıntısı sayılmalıdır. Söyleşinin tamamı yakında Kafekültür video kanalında sesli ve altyazılı olarak yayınlanacaktır.
Bu söyleşi yapıldığında, ona konu olan kitabı Sarıkız’ın ardından iki yeni kitabı yayımlandı Kahyaoğlu’nun: Doyran (köy tarihi) Şair Şener Bilen (halk şiiri/derleme). Keyifli okumalar.
Yaklaşık 1,5 sene önce başladığınız yolculuk bugün delta örneği bir konuma geldi, Edremit tarihi ile: Tahtakuşlar, Bak Hele, Çamlıbel, Hasan Akburak, Doyran ve son olarak da Sarıkız kitabınızla oluşan bu delta, kendinden daha büyük bir coğrafyanın da kara kutusu sanki… Bu kısa dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Lise yıllarında geçmişe, tarihe meraklıydım. Evde babamdan kalan “Tarihte Edremit’te Olup Bitenler” adlı kitabı buldum. Dünyada bizden önce kimler gelmiş göçmüş diye bir merak sardı içimi. Bir de rahmetli Cemal Demir adlı tarih hocamın sayesinde ben de tarihi öğrenmek istedim. Babamdan kalan kitapları okudum. Meslek yüksekokulunda ön lisansı bitirdim, burada da tarihle ilgilendim ve bazı şeyler buldum. Bugün bu yazdığım kitaplar o dönemde bulduğum bulgulardır aslında. Meslek yüksekokulundan sonra askerlik dönemi oldu. Yedek subay olarak yaptığım askerlikte sorumluluk almayı sabır etmeyi öğrendim. Dönüşte Balıkesir Yüksek Öğretmen Okulu’nun Coğrafya-Tarih bölümüne girdim, burada 4 yıl boyunca elime geçen her kitabı okudum, coğrafyayı öğrendim. Okul bittikten sonra Iğdır lisesine öğretmen olarak atandım, yazmaya başladım bir yandan. 1989 yılında Bilecik Ertuğrul Gazi Lisesine geldikten sonra aynı zamanda İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde yüksek lisansa başladım. Coğrafya ile tarihin birbiriyle bağlantılı olduğunu, tarihi coğrafyanın şekillendirdiğini ve coğrafyanın bir kader olduğunu burada öğrendim.
Edremit Tarihi, Çamlıbel, Tahtakuşlar kitaplarını yazdım. Sonra da Sarıkız’ı… Efsanelerin gerçeğe uyduğunu fark ettim.
Zamanı bir nehir olarak kabul edersek bu yayınlar da üzerinde yüzen bir kütük.
Süreç hızlı gelişmiş görünse de 25’i yılı aşkın bir yazma, araştırma ve birikim geçmişi var kitaplarınızın… Bu uzun dönemi nasıl değerlendiriyorsunuz bugünden bakınca?
Ben lokal olarak Edremit merkezli, genel olarak da küresel düşünmeye çalışıyorum. Tüm dünyayı kapsamalı yerel bakarken küresel. Suya taşı attığında nasıl dalga dalga yayılıyorsa Edremit’ten yayılanın da dünyaya açılmasını istiyorum.
Edremit’in bütün köylerini tarihini yazmak gibi bir hedefim var. 3’ncü köyü yazdım, 4’ncü köy çıkmak üzere.
Belgeye ulaşmak lazım, belgeye bakmak lazım. Son dönemdeki çalışmalarda önceki dönemlerin bilgileri var.
Sırasıyla sormak istiyorum: Her kitabın bir adı soyadı cinsiyeti ve kimliği olur tıpkı yeni doğan büyüyen doğan çocuklar gibi. Önce Tahtakuşlar kitabınızla başlayalım. Bu yetişkin çocuğu kitapta anlatamadığınız yazamadığınız düşünce ve ifadelerle -tabii ki kitap yazma yöntemi sebebiyle- bize lütfen izah edin?
Tahtakuşlar benim köyüm. Bunu kuran da benim dedem. Rahmetli babamdan dedemin köyü nasıl kurduğunu duyuyordum. Bunları anlatırken ailenin tarihini de anlatıyordu. Sonraki yıllarda aile merkezli olarak bir önceki neslimizi de kaleme aldım. Yayınlanır mı? Kimse okumaz o ayrı.
Bireylerin yaptıklarını toplumlara mal etmemek gerektiğinden yola çıkarak bir gün köyde bir madalya buldum. Madalya ile birlikte bazı yanlışlıklar gördüm, giderilmesi gerek diye düşündüm, oturdum yazdım. Dedemden kalan bir sandık dolusu eski yazıyla yazılmış bilgi var. Resmi evraklar da dâhil. Belge, bilgi bende olunca muhtara gidip köyün karar defterlerini isteyip yazdım. Fotokopilerini de belge kapsamında alıp kitaba koydum.
Her nerede insan varsa orada yaşanmış bir tarih vardır, yeter ki biz onu bulalım ve genel tarih içine koyalım.
Edremit Tarihi denizinden çağlayan eski derin bir akarsuya Tahtakuşlar’la kavuşan tarih yolunuz birden “Bak Hele” kavşağı çıkıyor önümüze ve bu da çocuktan öte tüm arayan ve düşünen çocukların gittiği bir okul gibi adeta…
Bu tür çalışmaları yaparken bazı etkinliklere katıldım. 2000 yılında katıldığım uluslararası bir sempozyumda Kazdağı’nın adını aldığı kazın tüm dünyadaki etkilerinden bahsettim. Öğretmenliğe başladığımdan beri felsefeye de ilgim vardı fakat felsefe okumadım.
Şu an okuyorsunuz…
Evet ama bana bir şey kazandıracağını sanmıyorum.
Belki doktora yaparsınız…
Akademiden ziyade amatör olarak ilgileniyorum, amatör ruhu kaybetmek istemiyorum. Kendimi yılkı atı gibi görüyorum. Okullar bir hara gibi bence. Bayırda koşamıyorsun. Bundan dolayı kendimi özgür hissettiğim mecrada amatör olarak görüyorum. Yılkı atında sınır yok.
Aslında ‘Bak Hele’de coğrafya, tarih değil de felsefe var…
Değişik dergilere, gazetelere yazılar yazdım. Sanal bir dergi için yazı istediler bir gün. Yazdığım yazı çok ilgi çekti. Sonra farklı yerlerde yazmaya başladım. ‘Bak Hele’ tüm bunların toplanmasından meydana geliyor. Felsefede şöyle bir sıkıntı var, anlaşılmaz kelimelerle sırça köşke çıkarıyorlar. Dolayısıyla toplumdan kopuyorlar.
Ardından Çamlıbel kitabı geldi. Edremit Körfezi’nin tek coğrafya ikizleri Tahtakuşlar ve Çamlıbel köyleri kardeşliğinin ikinci yüzü. Ona da Tuğra diyelim…
Gördüğüm kadarıyla Osmanlı döneminde yerleşik köyler var, elimizde 1500’lere kadar giden belgeler var. Neredeyse 400 yıllık belgeler bunlar. 1500’lü yıllarda mevcut olup da hala var olan köyler var. O köyler yerli köyler ve tahminimce Bizans döneminde de vardı.
Ama belgeleri yoktu, o yüzden bilmiyoruz…
Osmanlıdan önceye indiğimizde karşımıza Bizans çıkıyor. Yüzlerce yıl yaşamış bir dönemden bahsediyoruz. Bir kentin kurulması kişiye değil o coğrafyaya bağlıdır.
Hasan Akburak kitabınız bir yeniden gözden geçirilmiş yeni basım olmasına rağmen değerli ozan Akburak’ın sağlığında ne yazık ki göremediği bir kitap oldu, çünkü onu kitap çıkmadan çok kısa bir süre önce kaybettik, yani Uçmağa vardı.
Onun şiir yazdığını biliyordum, şiirlerini de seviyordum. Belli bir tekke eğitimi almış tasavvuf yapısı olan biriydi Hasan Abi. Şiirlerinin yazılıp toplu şekilde kayıt altına alınması gerekiyordu. Derledim, toparladım, yayınlandı fakat olmadı. Yıllar sonra sizin yayınevi (Kafekültür Yayıncılık) yayınladı ve çok da iyi oldu. Böylece Türk kültür tarihinde yerini aldı.
Gelecek nesillerin bizden önce bir şey yokmuş dememesi için bu tarz kitapların yayınlanması gerekiyor.
SÖYLEŞİ : Halil Gökhan (Kafe Kültür)