Lanetim yalnızlıktı. Yalnız gelmiştim dünyaya ve yalnız ölecektim. Bunu çok net olarak biliyor ve böyle yaşayarak mutlu olduğumu düşünüyordum annemin beni anladığını düşünüyordum oysa annem hayatı boyunca kendini bile anlamamıştı.
Yine de beni anlamak için çaba sarf ediyordu. Ama bana yetmiyordu. Hiçbir zaman da yetmeyecekti. İnsanın fıtratı bu değil miydi? Ne şu ana kadar tam yetti ki insana?
Bazen bir dur nefes al diyordum çevremdekilere, kendim bunu asla yapmıyordum. Durup nefes almak istediğimde kafama dolan ve beni bırakmayan düşüncelerden yorulmuştum. Bu düşüncelerden kaçmaktan yorulduğum zamanlarda onlara teslim oluyordum. Son zamanlarda o düşünceler ışığında sürekli çalışıyor, kendimi tamamen bu düşüncelerin esaretine bırakmıştım.
Çok kalabalıklardaydım. O kadar ki kendimi ne kadar kalabalığa sokarsam kafamdakilerin o kadar azalacağını düşünüyordum.
Aklımda hep o kavaklar, annemin kavaklar kesildiğinde kökünden topladığı mantarlar ve tadı geliyordu. Hatırlamak ne garip şeydi. Bazen bir ezgi, sizi bir görüntüye, görüntü bir tada götürüyordu.
O tat ki gözünüzde yaş gele gele tatmak istediğiniz, gözden akan damla ile harika olmuş çok beğendim derken boğazınızın düğüm düğüm olduğu bir duygu idi.
Adı neydi bilinmez bu duygunun.
Özlem mi?
Öfke mi?
Söyleyemediklerim mi?
Sıcak bir sarıma ve kendini güvende hissetmek mi?
Güçlü olmak için hiç göstermediği ve yuttuğu tüm duygular mı?
Sevgi mi? Ya da sevgi böyle bir şey mi?
Sabah sabah neden dinledim ki kavaklar, ahh kavaklar…
Bana aile anlamında kaybettiğim ne çok şey hatırlattın. Annem derdi hep kavak kökü çok derin değildir. Bakma boyunun bu kadar uzadığına kuvvetli bir rüzgârda hemen kırılır. Çok da bel bağlamamak gerekir, hayatta kavak gibi insanlara.
Annemin ne çok benzetmeleri ve bitmeyen hayat dersleri vardı diye düşündüm. Sonra birçoğunda ne çok tecrübe yansıttığını düşündüm.
Neden dinledim ki sabah sabah bu şarkıyı….
Oysa ne kadar iyiydim.
Kendimi bir süredir nasıl oyalıyordum. Tekrar döndüm işte o köydeki tek odalık çöküntü eve, çöküntü ama mutluluk seslerinin neşenin eksik olmadığı yıllara…
Ne çok hayalim vardı. Aslında hayallerim konusunda gösterdiğim performans hiç fena sayılmazdı.
Ne çok şey öğrenmiştim o çöküntü evde. Asla pes etmemem gerektiğini, haklı olmanın insana dünyaya meydan okumak kadar güç verdiğini, insanları dinlemesi gerektiğini (anne ile baba kavgasından çıkartılan en önemli ders) insanın hayatta doğarken yalnız olduğu gibi ölürken de yalnız olduğunu (babaannesinin ölümü), korkuların yersiz olduğunu, korkularla mücadelenin kazanılabileceği, dünyanın düşünceleri kadar küçük ya da büyük olduğunu….
Dünyayı, dünyamı belirleyen şeyin sadece benim düşüncelerimin olduğunu. Annemden bana kalan en önemli dersti…
Daha neler neler vardı, o Kavaklı bahçe de …
Annemin gömdüğü ama gömdükçe yeşereceğine inandığı hayalleri…
Babamın hep hayalini kurduğu ve her yenilgiden sonra koca bir küfür savurduğu fakat denemekten hiç vazgeçmediği hayalleri… (inatçılığım kesin babadan )
Hayallerinde yaşayan bir anne başka bir dünya da başka birine ait olarak yaşayan bir anne ile yaşamak çok ama çok zordu. Belki başka zaman anlatılır. Şimdi bunu düşünüp daha da çok canımı yakmak istemiyordum.
Yıllar bana göstermişti ki aslında kızsanız çocukken annenizden gördüğünüz anneliği, erkekseniz çocukken babanızdan gördüğünüz babalığı sergiliyorsunuz.
Ne kadar okusanız, kendinizi geliştirseniz de tamir etmediğiniz her acı, tamir etmediğiniz her yanlış bilgi, yaşamaya korktuğunuz her duygu için bilinçli insan davranışı göstermediğiniz sürece orada duruyor.
Üç kavak yan yana, kökünde bir çeşme, yanında beyaz gül ağacı, onun yanında eğik bir iğde ağacı, ilkbahar da bana yeşil yeşil bakan güzel kadına sevgiler…
Müzik önerisi: https://youtu.be/hy2X6cWi1Is