Akçay’da balkondayız. Anneannem seslendi;
-Hadi kahvelerimizi getir bakalım. Birer de cigara yakalım oğlumla.
-Anane yaa senin torunun benim, o damat…
Takılırdık böyle..
Kahveyi çok severdi. Özellikle kahvesi bol olacak, şekeri de kısmayacaktın. Şöööle okkalı bi kahve olmalı…
-Benim hayrım için kahveyle karabiber dağıtın ardımdan. Derdi.
Büyükbabam da söylenirdi;
-Hatuncum çay ve kırmızı biber dağıtsınlar, onlar ucuz. Sen hep pahalı şeyler istiyorsun.
Bir gün baktım fısır fısır konuşuyorlar eşimle. Anlaşıldı ki vasiyeti ona olmuş.
-Hiç dağıtamazsan bir yaşlı kadın bul kahveyi seven. Bir fincan kahve ısmarla ona… Diyordu.
Oysa hacdan dönüşte oldukça çok kahve ve karabiber getirmişti.
-Belki ardımdan dağıtan olmaz, ben elimle hayrımı yapayım diye almış.
-Ee anane sen hayrını yapmıştın ya neden gene Nihat’a söylüyorsun ki?
-Karışma sen, biz ikimiz anlaştık, diye susturdu beni. Doğru adama vasiyet etmiş…
Büyükbabam ondan önce vefat etti. O gün anneannem salona geçip oturdu.
Hiç sesi çıkmadı, sakince, sessizce hiç kıpırdamadan öylece oturuyordu. Bir gariplik vardı.
Çok sonra o gün neden öylece oturduğunu sordum;
-Hacım ölünce bende ölürüm sandım. Azrail gelip beni de alsın diye bekledim. Biz ayrılmayız diyordum. Bekledim. Öleyim deyince ölünmüyormuş be kızım.
15 Haziran ananemin ölüm yıl dönümü.
Vasiyetini unutmuyor eşim. Kahve ve karabiber hayrı yapılıyor.
Bizde birlikte o gece daha farklı bir keyfle, dualarımızla içiyoruz kahvemizi.
-Bu senin için diyorum. Önümde deniz yok, ancak gökyüzünde yıldızlar altındayım.
Akçay kumlarında, dalgaların önünde gibi…
Akçay … ne çok anı. Çocukluğum, gençliğim…
Evleri hiç boş kalmazdı. Yol üstündeydik. Turban tatil köyüne giden tek cadde.
Gelen geçen takılır, bi su, bi kahve içmeden geçmezdi kimse.
Cadde diyorumda o yıllarda asfalt ve işlek bir cadde değildi. Toprak yol.
Evimiz Etibank kampının bitimindeydi. Evler denize kadar duvar örmemişti. Kumsaldı.
Önü deniz olan evlere tapu verilirken denize kadar, yazılırmış eskiden. Ve eski ev sahipleri evlerin önünde herkes için kumsal bırakırdı. Sahil herkesindi. Sonra tapuda ne yazıyorsa o oldu. Duvarlar örüldü.
Deniz kenarında barakalar vardı bir de. Önleri herkese açık kumsaldı. Zaten çok fazla baraka da yoktu.
İkinci köprüden dalyana kadar sadece Turban Tatil Köyü vardı. Arası hep kumluk, sazlık, boşluk…
Balıkçılar genelde sabahtan ağlarını atar sonra sahilden çekmeye başlardı.
İki uçtan sıralanıp, elde çekerlerdi ağların ucundaki halatı.
İlk işaret. İkincisi derken ufaktan ağlar belirmeye başlardı.
Irp çekiyorlar diye herkes izlemeye, balık almaya gelirdi. Irıp demezdik, kısaca ırpdı balık ağları.
Çocukluğumda çok balık çıkardı. Ağlara takılan küçük balıklar her zaman bekleşen çocuklarındı.
Deniz yıldızları, deniz atları çıkardı. Hepsi bizimdi.
O kadar çok balık olurdu ki, etrafta bulunanların ellerindeki kaplar boş dönmezdi hiç.
Kıyıya yanaşan balıkçıları görünce hemen koşardık. Biz onlardan daha çok heyecanlanırdık aslında.
Irp çekerken bazen kıyı boyunca ileri doğru giderlerdi. Biz de peşlerinden ayrılmazdık.
Ancak biz torunların anneannemde kalırken sınırları, kuralları verilmiş sözleri olurdu.
Hem denizden hem karadan sınırımız iki köprü arası. İkizçaylar deniliyor şimdi sanırım.
Bu sınırları bazen bilerek bazen heyecanla unutarak geçerdik
.-Emanet çocuksun, göz önünden kaybolma! Deseler de…
Balıkçılarla dalyana kadar gidip sınırlarımızı geçtiğimizi fark etmediğimiz çok zamanlar oldu.
Her defasında fırça yerdik. Elimizdeki balık dolu tepsiler de kurtaramazdı bizi.
Bir defasında öyle geç kalmışız ki anneannem yolun ortasına dikilmiş eli belinde bekliyordu. Abimle ikimizi kulaklarımızdan tutup yolun ortasından eve kadar söylene söylene getirdi.
Abim orta okulu bitirmişti sanırım ve utancı can acısından çok daha büyüktü.
Mahalle çocukları yolun iki tarafında seyrediyordu. Kızlar da vardı tabi.
Ben o kadar balık getirmemize rağmen neden kulağımız çekildi hiç anlamadım.
Hani anneannem balık seviyordu?
İki köprü arası yol üstünde gezerken evlerin önünden geçtiğimizde seslenip her şeyin yolunda olduğunu, oralardan ayrılmadığımızı bildirirdik.
Evlerden biri bizim ev diğeri Madak’ların Bahriye teyzenin eviydi.
İkisi de beyaz namaz örtüleri başlarında kahveleri ellerinde sedirde oturur gelip geçeni izlerken sohbet ederlerdi.
Biz onlara göründükten hemen sonra koşa koşa Barbaros meydanına giderdik.
Çoğu zaman dondurma alır, hem koşar hem yerdik.
Dönüşte eve yaklaşınca yavaşlar, sakince seslenirdik;
-Burdayııız… Sonra yere yığılırdık soluk soluğa… Ne keyf ama…
Bahriye teyze evinin önünde bahçe duvarının dış tarafında sokak çeşmesi yaptırmıştı.
O yıllarda su boldu ama sokakta çok çeşme yoktu.
Barbaros meydanından bizim evlere kadar bir Aslanlı çeşme vardı.
Tatil köyüne giden yolun üstünde de Bahriye teyzelerin çeşmesi. Hepsi iki çeşme.
Her evin bahçesinde artezyen çeşmeleri olurdu. Genelde bir havuza akardı çeşme. Havuzun içinde de kapalı bir kutu gibi saklama yeri olurdu. Yiyecekler burada saklanır, kavun karpuz doğrudan havuza atılırdı.
Su o kadar soğuktu ki hiç buzdolabı aranmazdı.
Bahçemizdeki çeşmenin yanında naneler vardı. Suyu açınca ıslanırlar mis gibi kokarlardı.
Büyükbabam boşa su akıtıyoruz diye çok kızardı.
-Arayacaksınız bu suları yazık etmeyin. Hem kalabalıklaşıyor buralar bak yukarı mahallelere su çıkmaz sonra diye söylenirdi.
Hiç su biter mi? Kızardık bize kızdığı için…
Gece sahilde ateş yakardık. Büyükler korda kahvelerini pişirirdi. Bazen sabah namazına kadar oturur, namaz saati denizden abdest alır namaz kılar ve eve öyle dönerlerdi. Biz kumlar üstünde uyurduk. Gökyüzünde yıldızların altında uyumak çok güzeldi.
Cuma saatlerinde evde kalırdık biz. Şimdi şükretme zamanı derdi. Birlikte oturur dualar ederdik. Ölmüşlerimize, hastalarımıza dua ederdik. Verdiği nimetler için Allah’a şükrederdik. Sonra mayolarımızı giyer denize koşardık. Her şeyin yeri ayrıydı.
Düğünde oynanır, cenazede ağlanır denirdi.
Ne çok anı var…
Evlerinden hiç misafir eksilmezdi. Hatta çoğu kişi anahtarın yerini bilirdi.
Ev her zaman herkese açık. Evde kimse olmasa bile gelen açar kapıyı girer. Yer içer yatar.
Ev sahibi olmasa da olur.
Ev sahibi varken daha iyi olur tabi. Çünkü millet denize gider dönüşlerinde yemek çay kahve hazır olur.
Çocukken iyiydi, anlamıyorduk. Mutfaktan çıkamadığımda, denizi sadece uzaktan görmeye başlayıp ayaklarımı bile sokamadığım günlerde çok kızgın olmaya başladım.
-Sen her gün burdasın yarın girersin diyenler her gün yeni günübirlik gelenler olduğunu bilmiyordu.
Söylenecek olsam kızardı anneannem.
-Tanrı misafiri onlar…
Yaşlandıklarında gelenler azaldı. Aslında artık birçok kişinin evi olmuştu. Pansiyonlar oteller de çoğalmıştı. Altınoluk Akçay arasında siteler, evler hızla artıyordu. Üstelik anneannem eskisi gibi misafir ağırlayamıyordu.
-Kahve içmeye uğrayan bile yok artık. İnsan yaşlanınca etrafı boşalıyor dedi bir gün.
O sözünden sonra her yaz birlikte gittim onlarla. Artık yaşlanmış arkadaşlarını davet ettim kahveye.
Birlikte mutluydular. Eşim sadece hafta sonları gelebiliyordu. Küçük çocuklar ve misafirler kolay olmuyordu çoğu zaman. Olsun, bizimkiler mutluydu. Bende öyle…
1988 sonrası ara sıra uğradık. Büyükbabamın ölümünden sonra hiç gitmedik.
Kalabalık arttı evler çoğaldı. O farklı bir sahil şehri şimdi.
Benim icin Akçay bitti.
Şimdi bir nanenin kokusunda buluyorum Akçay’ı .
Olgun domateslerden Makbule Domatası yapıyorum anneannem gibi. Bol karabiber, biraz kimyon ve mis gibi zeytinyağı ekleyip kahvaltılık hazırlıyorum. Taze biber biraz fesleğen durum uygunsa taze sarımsak da yakışıyor. Sonra çeşitlendiriyorum biraz ceviz kırıkları beyaz peynir kırıkları ekleştiriyorum. İçine yumurta kırıp bayat ekmeklerin üzerine sürüp fırınlayınca akşam üstleri için harika oluyorlar.
Akşam üzeri bir kahve koyuyorum cezveye.
Kokusu tadından güzel, mis gibi kokuyor mübarek.
Hadi buyur Aşçı Receplerin Makbule hanım…
-Bu kahve sana…
Dostlar olmadan sohbet olmadan içilmez dersin ya babaannem, dedem, büyükbabam çok sevmeseler de seni yalnız bırakmazlar bilirim.
Allah yerinizde dinlendirsin rahmetini esirgemesin üstünüzden inşallah.
Biz şimdi kahvemizi sizi anarak içtik dostlarla.
İki mekanda da güzel insanlar eksilmesin yaşamımızdan.
Kalın Sağlıcakla…
Kalemine sağlık çocukluğuma götürdün
teşekkür ederim herkesin çocukluğunda güzel anılar vardır umarım sizinki de öyle
Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun inşallah
Teşekkürler hocam kısa bir anınızı bizimle paylaştığınız için
🌺💐🌺