Türk gelenek ve göreneklerinde hatta devlet yönetiminde kadının seçkin bir statüsü olduğu görülmektedir.
Göçebe kültürü içinde her türlü tehlikeye karşılık kızlar da erkekler gibi eğitilmekteydi.
Türk destanlarında ve Dede Korkut hikâyelerinde ise kadınlara danışmanın onların fikirlerini almanın yaşandığı bir aile ortamı vardır.
Türk toplumlarında kadın ya ana ya da sevgili olarak saygın bir duyguyla algılanıyordu.
Arap ve Yunan kültürlerinde kız çocuklarının öldürmek amacıyla gömüldükleri veya derin kuyulara atıldıkları, terk edildikleri; günümüzde medeni olarak değerlendirdiğimiz Batı kültürlerinde ise kadınların kötülüklerin kaynağı olarak görüldüğü kaynaklarda geçmektedir.
Avrupa’da Orta çağ döneminde kadınlara “cadı” sıfatı verilmiş ebe ve şifacı kadınlar, insanlık dışı işkencelerle öldürülmüştür.
Millî Mücadele yıllarında Nezahat Onbaşı, Halime Çavuş, Gördesli Makbule gibi kahraman kadınlarımızın cesaretlerinin temeli de Türk toplumunda kadının doğal sistemin bir parçası olarak görülmesidir.
Cumhuriyet döneminde kız ve erkek çocuklarının aynı eğitimi görmeleri nedeniyle kadınlar, hayatın her noktasında ülkemizin kalkınmasında rol almışlardır.
Cinsiyet eşitsizliğini savunan kesimlerin tehlikeli tohumları günümüzde kadın cinayetlerinin sebeplerinden biridir.
Tarihsel geleneğimize uygun olarak Atatürk döneminde yapılan yeniliklerden biri de kadına seçme ve seçilme hakkının verilmesidir.
Muhtar, milletvekili bakan olan kadınlar, pratik zekâları ve yaratıcı yetenekleriyle alanlarımda başarılı olmuşlardır.
Kadınlar ne kadar güçlü ve eğitilmiş olursa toplumlar da o derece dayanıklı olur.
Türk kadını geçmişte olduğu gibi tarlada, pazarda erkeğiyle çalışmaktadır. Bir gün onların arasından dünyada barışı sağlayacak bir liderin çıkabileceğini har zaman hayal etmeliyiz.
Bu bakımdan birçok devletten önce tanınan kadınların seçme ve seçilme hakkını önemsemeliyiz.