Kadınları anlamak diye bir şey yok. Ya da onları farklılıklarının içinde ayrıcalıklı bir konumda göreceğiz diye bir zorlama içinde olmanında bir esprisi yok. Kadınlar, erkeklerden üstündür. Üstünlüğü de üreme gücünün ellerinde olmasıdır. Sorunda tam da buradadır. Kadının üstünlüğünün bilincine vakıf olmadan, üstünlüğünün kölesi durumuna getirilerek yüzlerce yıldır yönetilmesinin getirdiği müthiş bir kırılmayla oluşan kimliğinin ve kişiliğinin genlerine ve ruhuna işlemiş bir ezikliği üzerine sinmiştir. Kadının bu yapıyı çözmesi kolay değildir. Bu yapının kolay çözülmesi ancak diğer faktörlerin(toplumsal anlamda din, sosyolojik, psikolojik, mühendislik yönünde) doğru yönetilmesi yanında babanın kızının önünü açmadaki doğru noktalara yapacağı doğru hamlelerinde payı önemlidir.
Kadın sıkışmıştır…
Kadın sıkıştırılmıştır…
Baba ile koca arasında sıkıştırılan bir yaşam anlayışının içinden kendine ait bir yol çizebilmesi de kolay değildir. Bu sürecin içinde anne de önemli rol alır.
Kadının çözmesi gereken bir önemli sorunu daha vardır. O da cinselliğidir. Erkeğin erkeklik gücünün devamlılığı ile bu devamlılık içinde egemen gücünde desteğiyle kendini düşünerek boşalma noktasında, kadının zaafları üzerinden kendine sorunsuz pay çıkarma kurnazlığı ile başlayan çürük ilişkiler yumağı, süreci tıkanma noktasına getirirken kadını da adına gelenekler, mahalle baskısı diyerek boğulma noktasına getirmiştir. Kadının cinselliğinin doğacak çocuğun babalığına talip olan erkeğin içinde bulunduğu toplumun geleneksel yapısının etkinliği içinde sessiz kalarak bu sürecin kendi çıkarlarına uyumu içinde çözülmesi noktasıyla isteğinin çakışması, kadına ağır bir yük yüklemesi ve kadının bu yük ile yaşamasının getirdiği sıkıntılarla kendini yenileyememesinin yarattığı ruhsal gerilimin her anlamda ortaya çıkan sorunların ağırlaştırdığı bir toplum yapısı içinde kadınlar açışından doğruyu bulmak sanıldığı kadar da kolay değildir. Kadın bu anlamda yaşadığı toplum yapısı içinde boğularak yaşamak zorunda kalması ve bunun erkekler tarafından görülmek istenmemesi ve diğer ezilen hem cinsinin görünürde de olsa erkeğin yanında yer almasıyla kadın için tüm kapanların çıkışı duvarlarla örülmüş olur. Bütün bu kapanlarla mücadele edebilmek zorluğu yanında müthiş bir emek ve bilinç ve kararlılık gücü de ister.
Kadın üreme gücünün eline verdiği fırsatı bu seferde toplum içinde kendini kanıtlayabilmek adına yaşamının merkezine çocuğunu koymasıyla başlayan sürecin sonunda bulduğunu düşündüğü çıkış yolunun çözüm olmadığını oyunun sonunda hayal kırıklığı yaşatmasıyla yaşayacaktır. Kadının hayal kırıklıklarının üzerinde yarattığı yükler, kadının acı katsayısını büyütürken bu seferde farkında olmadan hem cinsine karşı yaşanılan hayal kırıklıkları nedeniyle öfke duyacak ve sorumluluğu orada aramaya kalkacaktır. Bu da kendi içlerinde bölünmeye ve birbirlerini farkında olmadan erkeğin istekleri doğrultusunda hırpalamalarına neden olacaktır.
Ataerkil düzene geçildiğinden beri sınıf farklılığı üzerinden oluşturulan zenginliğin neredeyse tamamının erkeğin üzerinde olması ve kadınında güzelliği ile bu zenginliğin bir parçası gibi görülmesi de sorunun önemli bir açmazıdır. Kadının vücudu meta gibi görülünce ortaya çıkan mülkiyetin gücü de erkeğin eline verilmesi ve verilemediği vakit de oluşturulan toplumsal baskılarla kadının denetim altına alınarak yönetilmesi yönetenler için hep öncelikli konu olmuş ve kadının hep bu baskı ile yaşaması istenmiştir…
Çocuğu doğuran gücün, doğurduğuyla boğulması ve bu boğulmanın da annelik ile taçlandırılması ve kadının omuzları üzerine bırakılması ve bu bırakılmayla başlayan süreç içinde kadının çocuğu üzerinde egemenlik grup onu özgürleştirmeden kendine bağımla haline getirmesi ve bunu da yaşamının odak noktasına koyarak sahiplenmesi doğu toplumlarının içinden çıkamadığı sorunlar yumağının en önemli sorunudur. Özgürleşmeyen kadın, içinde yaşadığı topluma sevgiyi değil kinini verir. Ve bu kinin içinde büyütülen çocuk cinsiyetine bağlı olarak karşıt cinsine bir şekilde öfkesini kusar. Koca bir toplum, sevgiden, aşktan ve üretmekten yoksun olarak öfke ve kinin içinde kendini sürekli döverek var olmaya çalışır. Bizim içinde bulunduğumuz yapının da, çıkmaz sokağı bu cümle içinde saklıdır.
Kadın özgürleşmelidir. Özgürleşen kadın, var olan koşullara teslim olmaz. Koşullarını iyileştirmek için mücadele eder. Kadın, var olan koşullara boyun eğdiğinde, teslim olduğunda insan doğasının işleyişine karşı gelmiş olur. İnsan doğası gereği sürekli bir devinim ve değişim içindedir. Kadın yenilenmediği vakit, insan doğasına ters düşmüş ve “otantik” olmaktan çıkmıştır. Bu amaç için mücadele etmekten vazgeçen ya da elinden alınan kadın artık ezilen insan konumundadır. Geçen yüzyıl içinde dünyamızda iki büyük dünya savaşı olmuştur. Eğer bu savaşlar olmasaydı, bugün hala batı toplumları da dahil olmak üzere hem ülke toplumları hem de kadınlar orta çağ koşullarında yaşayacaktı. Erkeğin savaş meydanlarında tükenmesiyle var olan işçilik için kadının göreve çağrılmasıyla üretim alanında(fabrikalarda) hiç çekinmeden mücadele eden kadınlar hem iş yerlerini, hem toplumları hem de devletleri çok büyük bir hız ile değiştirip gelişmelerini sağladılar. Bugün içinde bulunduğumuz dünya ekonomisi, dün kadının evde tek başına gerçekleştirdiği ev ekonomisini, teknolojiyle yenerek büyük bir ekonomi yaratmıştır. Ve kadınlarda bu ekonomi içinde kendi paylarını sürekli büyütmektedirler.
Erkek olarak kendimizi her alanda değiştirmek ve yenilemek zorundayız. Kadının üstünlüğünü kabul etmek zorundayız.
Kadın, erkeğin eksikliğinin tamamlayıcısı değildir.
Kadın, erkeğin yol arkadaşı da değildir.
Kadın, erkeğin gücüyle var olan bir unsur hiç değildir.
Kadın, cinsel bir obje hiç değildir.
Kadın, vücudunun esiri değildir.
Kadın, sermaye hiç değildir.
Kadın, fethedilecek bir kale hiç değildir.
Kadın, dinsel öğelerin içine sıkıştırılan ve kötülüklerin kaynağı olarak tasvir edilen şeytan hiç değildir.
Kadın, annelik payesiyle yaklaşık 1500 yıldır erkek egemen toplumun yaşatılmasında esaslı görev gören aile unsurunun sessiz kölesi hiç değildir.
Kadın, çocuklarına adanmış bir yaşam ile kendi yaşamından vazgeçmesi istenilen bir insanda değildir.
Kadını anlamak değil, kadını yaşamak önemlidir.
Erkeğin kadını yaşayabilmesi içinde ilk yapacağı kendi içindeki cinsellik dürtüsü ile kendisine haz verdiğini düşündüğü kadının vücudunu çükünün keyfine göre dizayn etme egosuyla mücadele etmesi olacaktır. Erkek bununla mücadele etmediği sürece egemen gücün desteği ile kadını kullanmak dürtüsü onu hep yönlendirecektir. Çıkmaz sokağın unsurları olarak birbirlerini boğarken, tarafları hırpalayan ve kimliklerini, kişiliklerini yok eden bu cinsellik dürtülerinin anlamsızlığı da bilinçle yok edildiği gün bilelim ki o gün yeni bir dünya kadın ve erkek eliyle yeniden kurulacaktır. Yeni dünya bugün bunun doğum sancılarını yaşamaktadır.
Erkeğin erkeklik dürtüsünün hazzını sevgiyle donattığı, emek ile taçlandırdığı ve bilinç ile yönettiği andan itibaren kadının varlığının aklıyla, aklının kadına verdiği bilincin emeğe dönüşen ürünlerinin sunumuyla, kadının kendi içinden ortaya çıkaracağı yeni kimliği ile kuracağı yeni yaşamın içinde yer alabilen erkek bu yeni ilişki ağı içinde cinselliğe ait dürtülerin esiri olmanın acizliğinden kurtulacak ve bu acizliğin onları nasıl esir ve yok ettiğini görürken bu yaşadıkları güzellikler içinde asıl zenginliğin ne olduğunu da birlikte öğrenmiş olacaklardır. Bunu bizim görmemiz mümkün değildir. Ancak inanıyorum ki gelecek kuşaklar bunu, bu devrimi yapacaklar ve yaşayacaklardır.
Nietzsche’nin söylediği ve kendini en iyi tanımladığı bu söz bir anlamda kadınlar içinde geçerlidir. “Yalan söyleyerek gerçeklerden kurtulmayı kim seçer? Gerçekler yüzünden acı çeken. Gelgelelim gerçekler yüzünden acı çekmek, bahtsız bir gerçek olmak demektir.” Nietzshe’yi anlatan, karakterize eden bu söz onun yaşam mücadelesine yakından bakıldığında yaşam boyu süren hastalığını, acıyla savaşmanın ve acıyı felsefeye dönüştürmesinin bir sonucu olarak “yaşam hastalığı” olarak yorumlanır. Ne acıdır ki kadınlarda ataerkil düzene geçildikten sonra kendilerine biçilen evin içinde bir yaşama bağlı olarak doğurma gücünün esareti altında kendi yaşamlarından vazgeçme baskısı karşısında sürekli olarak ezilmelerine karşın yıkılmadan ayakta kalmalarını teslim olmayan ve mücadeleden asla vazgeçmeyen ruhlarının iradelerine bağlıdır. “Yaşam hastalığı” içinde yöneten egemen gücün kadına biçtiği o “av” olma görevinin getirdiği tedirginliğin izlerini silmek sanıldığı kadar kolay değildir. Avcının hatalarını ödüllendiren bir toplum “av”ın yanlışlarında şahin kesilmesi ve kadını boğmasının yarattığı eziklik ve güvenememe konumu onun eksisi olarak görülmemelidir. Erkek kendini bu süreçten sorumlu görmeli ve kadını kadın ile birlikte özgürleştirmenin mücadelesini büyük bir sabır ve gayret ve anlayışla ve bilinç ile yapmalıdır.
Yapmak zorundadır.
Yoksa birlikte bu dünya da cehennemi yaşayarak birbirlerini yok edeceklerdir.
Erkek, kadının annelik iç güdüsüyle üzerine sinen anaçlığını erkekte üstlenmek zorundadır. Erkek bunu becerebilirse o zaman erkeğin bir anlamda dönüşümü olan ve erkeğin içinden çıkan homoseksüel erkekte büyümeden, çoğalmadan zamanla kaybolup gidecektir. Bu dünya karşıt iki cinsin bir arada keyifle, huzurla yaşayabileceği ve yaşarken de bunu aşk ile taçlandırılacağı gerçek cennet olduğunu unutmadan görmek gerekiyor…
Kadın “av” değildir.
Kadın cinselliği ile hizmetiyle erkeğe sunulan bir hediye de değildir.
Kadın bu dünyanın en etkin üretim emeğidir.
Kadının gücü bozulmamasıdır.
Bozulan her daim erkek olmuştur.
Erkeğin üstünlük olarak sunmaya çalıştığı dinlerin kurucularının erkek olması da sürece yakından bakıldığında bozulan erkeği düzeltmek olduğu görülecektir.
Kadını oluşturduğu sınıflı yapılar içinde yönetme gücünü devam ettirebilmek adına bir meta olan gören ve erkeğin doymak bilmeyen ihtirasları içinde bu metanın vücudunu ve tüketiciliğini kışkırtarak çok iyi yöneten egemen gücün baskılamasıyla kadına yönelik bütün olumsuzlara karşı birlikte el ele mücadele etmek zorunluluğumuz vardır. Bunu başardığımız gün bu dünya özgürlüğün keyfini yaşayacaktır. Ve o gün yeni bir dünya kurulacaktır.
Dünya Emekçi Kadınlar Gününüz kutlu olsun.
Sevgi ve saygılarımla…