İnsanın ağlama sesiyle başlayan yaşam serüveni yine bu sefer tanıyanlarının ağlamasıyla son bulurken bu yolculuğunun esası kendisiyle olan mücadeledir.
İnsan ya kendi iç yolculuğunu namusuyla, kaçınmadan yapacak ya da bu yolculuğu yapmaktan hep kaçınacaktır.
Kendinizi sorgulamaktan kaçınmayın…
Hallac-ı Mansur, En-el Hak! dediği için çok büyük bir işkence sonunda öldürüldü.
Gazali ise baş yapıtında(mutluluğun kimyası) Hallac’dan “boşboğaz bir budala” diye bahseder. Buraya dikkat edin, Gazali; Hallac-ı kendi özünün ilahi varlığın özü ile bir olduğu bir ruhsal düzeye ulaşmış olduğunu iddia ettiği için eleştirmedi. O ve diğerleri Hallac’ın gizli olması gereken bir şeyi herkese açıklamış olmasına itiraz ediyordu.
Kısaca her insan bir dünyadır. Yani sen varsan ve nefes alıyorsan dünya vardır, sen yoksan yani ölüysen dünya yoktur…
Kendini bil!
Kendini sorgula…
Soru sormaktan asla vazgeçme…
Para ile satın aldıklarına değil paranın gücünün yetmediği şeylere değer vermeyi öğren…
Tek kitaplı olmanızı isteyenden kaçının, kitap okumaktan korkmayın, nitelikli bilginin peşinden koşun…
Meraklı insan olun ve kendinizden önceki dönemde yaşanılanları ve yazılanları öğrenmeye ve okumaya çalışın…
Bunları yapmadığınız sürece ettiğiniz duanın yada yaptığınız ibadetin bir faydası olmaz.
Unutmayalım ki; “Kişinin dini akıldır; aklı olmayanın dini yoktur.”(Hadis)
Unutmayalım ki; aklını kendi kullanmayanın ne dini inancı kabul görür ne de insanlığı….
Unutmayalım ki; “Anlamını düşünmeden Kur’an okumakta hayır yoktur.” (Hadis)
Unutmayalım ki; Müslümanlık bir erdemlilik dinidir.
O halde insan olmadan, insani değer taşıyan; özgürlük, eşitlik, kardeşlik, hukuka bağlılık, sevgi, saygı, adalet, hoşgörü ve dayanışma gibi bütün insanlar için ortak değer taşıyan bu kavramların özünü içimizde taşımadan yapacağımız ibadetlerinde bir anlamı olmayacaktır.
Kandillerimize yine Kadir gecemize baktığımızda gördüğümüz şudur; yaşadığımız her gün aynı derece de önemlidir. Çünkü öyle kurgulanmış ki dönüşüm içinde her günümüz bu güzelliğin içinde aynı zenginlik ve eşitlik içinde yer almıştır. Zaten kural da böyle değil mi?
Üç ayların anlamı, bu sürede savaş yasaktır. Bu sürede inananlar en büyük mücadeleyi kendileriyle yaparlar…
Kötülük düşünmezler, paylaşmayı ön plana çıkarırlar. Yemek yapıldığında, bir tabak ta komşuya verilir, yoksul doyurulur, çocuklar sevindirilir..
Daha fazla insan olmak için mücadele edilir. Nefis ile mücadele edilir.
Üç ayların ilk ayı olan Recep ayının ilk cuması Regaip kandili olarak kutlanıyor. Cuma olma dışında bir özelliği ve önceliği yok. Ancak İslamiyetin en önemli özelliği kişinin nefsini kontrol etme konusu burada geçerlidir. Bugün tutulan oruç nefsin kontrolü açışından önemli görülmüş ve önerilmiştir. Kandil kutlamaları biz Türklerin İslamiyete getirdiği bir uygulamadır. Yine bugün toplu yerlerde tatlı, şeker veya kandil simiti dağıtılması da taa Selçuklu veziri Fahrulmülk’ten kalan bir uygulama alışkanlığıdır. İslamiyette nefsin ıslahı en önemli konudur. Nefsin ıslahı kişinin evrimleşmesi yani daha insancıl olması demektir. Müslüman kardeşlerimin bu duygu ve düşüncelerle Regaip kandillerini tebrik ediyorum. İnanan dostlarım için hayırlara vesile olmasını diliyorum.
İslamiyeti kendi vicdanında ve kendi boyutunda şımarıklığa ve görgüsüzlüğe kaçmadan, efendilik ve saygı içinde yaşayan tüm inançlı Müslümanların bu zorlu mücadele sürecinden yüzlerinin akıyla çıkmalarını diler ve bu temelde üç ayların başlangıcı olan yani barışın ilk cuma günü olan Regaip kandillerini en içten dileklerimle kutlarım, tebrik ederim…
Yeri gelmişken bir cümle daha söyleyeyim, insanın kendisiyle barışması çok önemli bir devrimdir. Bugün insanoğlu sürekli olarak kendisinden kaçmaktadır. Kendisinden kaçtığı içindir ki mahalle baskısı olarak tanımlanan ve insanımızı adeta boğan ve nefes alamaz hale getiren dedikodu denilen illetin elinde eriyip gitmektedir…
Kendinizden kaçmayın, kendinizle barışın…
Kendimizi tanımak ya da kendimiz ile savaşmak ve bunu sürekli yapabilmek öyle zor ki…
Sanat insanın iç yolculuğunun bir tanımı ya da bu iç yolculuğunun bir kültür birikimiyle ete kemiğe büründüğü ve bir anlatım ile bir anlamın özetini sunduğu bir zenginlik…. Zenginlik derken önüne parayı koyanların anlamadığı nokta tamda burasıdır.
Soruyoruz bazen sanat ne işe yarar diye… Sanat sizi daha fazla insan yapar. Kendinize sorular sormanıza neden olur. Soru sormakla başlar, her şey… Soru sormakla üstü örtülü her bilinmeyenin öyküsü yazılmaya başlar. Batı toplumu ile doğu toplumu arasındaki farkta tamda burasıdır. Biri suyu bulandırmayı sever, biri bulandırmadan suyun içinde var olmayı…
Batı toplumunda toplumun katalizörü “resim sanatı” olmuştur. Resim sanatı orada bir mücadele aracı olarak görülmüş. Hem kendi iç dünyasıyla hem dış dünya ile yapılan bir mücadele ve bu mücadeleyi kazanmak…
Doğu toplumlarında resim sanatının yasak olması belki de bu yüzdendir onu tam olarak bilmiyoruz. Ama dinen yasak olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla insanın iç huzursuzluğunun dinginleşmesi için bu sefer resim sanatının yerini “ebru,” “minyatür,” ve benzeri çalışmalar almış. Esasında burada da kavga vardır ama bu kavga hiçbir zaman suyun üstüne çıkmaz.
Doğu toplumlarının sorunun özüne bakışı “kendini bil” ile uyumludur. Çünkü burada mücadele “yetecek kadar”dır. Yeteceğinin üzeri senin değildir, ihtiyacı olanındır. Hal böyle olunca doğu toplumları sermaye birikimini önemsememiştir. Batı ise sermaye birikimini önemsemiştir. Sermaye birikimi ile akılcı bilimin unsurlarını yönetmiş ve feodalizmi yenmiş, kapitalizmi emperyalizme taşımış ve şimdi de uzay da yer aramaktadır… Kavgası insanladır. İnsanın aklını ele geçirip yönetmek istemektedir.
Resim sanatı dedik nereye geldik.. Şimdi resim sanatı size bakmayı değil görmeyi sağlar. Sorunda tamda buradadır.. Biz toprağa bakıp verdikleriyle yetinmek istiyoruz, batı toplumunun gören gözleri toprağın altında maden var deyip senin herşeyine karışıyor ve alıp giderken de pisliğini bırakmayı da seviyor. Çünkü hastalanacağını bildiğinden o halinden de para kazanmak istiyor. Sömürmek onun vazgeçemediği hastalığıdır.
Batı insanının gözünde ki görmeyi köreltemezsek, doğu insanının içine olan dingin uyuşukluğunu biraz yerinden kımıldatamazsak bu dünyanında içine ettiğimiz günler yakındır…
Dedim ya mutlak doğru ya da mutlak yanlış yoktur. Doğru da yanlışta birbirinin içinde saklanmıştır. Onu çözümlemek ancak özgür akla ve bilince sahip ve nefsleriyle mücadeleden kaçınmayan insanın başarabileceği bir durumdur.
İnsan olmak kolay değil…
Keşke kolay olsaydı.
Olabilseydi…
Doğu insanı kendini hep bir başkasıyla tanımlamak istiyor. Çözümsüzlükte burada başlıyor. Feodal kültürü yenmek istemiyor. Anne ve baba var oldukça büyümek istemiyor. Ve hep kendini temize çıkarmak istiyor. Böyle olunca da “kendini bil” diyen bir öğretinin uygulanması lafta kalıyor. Zayıf insan modeliyle birey olarak var olabilmenin güçlüğü nedeniyle kendine hep sığınaklar arıyor. Ve o sığınaklarında hapis hayatını yaşıyor. Doğu insanının tutsaklığı var oldukça bizleri daha kötü günlerde kapımızın önünde bekliyor, olacaktır.
Unutma; karanlık bir odanın içini aydınlatan sadece ışıktır. Işığın yolculuğunda ilk adım okumaktır. Okumak sizi özgürlüğe, daha fazla insan olmaya doğru bir yolculuğa çıkarsın…
Kendinizi fethetmeye başladığınız an yaşamınız anlam ve değer kazanacaktır. Yaşamının anlamını bilen ya da farkında olan insan karanlıklarını yenen insan olacaktır. Karanlığı ile mücadeleden kaçınan ile kaçınmayanın mücadele alanıdır, bu dünya…
Sevgi ve saygılarımla… Vecdi Yılmaz