Geçtiğimiz haftayı 34 yaşında ki Finlandiyalı kadın başbakanın kurduğu kabine üzerinden şıklığı ve kabinede ki kadın bakan sayısını özlemle paylaştık.
Oysa İzlanda’da ki kadın başbakan Katrin Jakobsdottir(43) dünya için devrim sayılacak önemli bir karara imza atıyordu. Onu es geçtik.
Başbakan Katrin Jakobsdottir’in Kennedy’nin 50 yıl önce söylediği “Gayri safi milli hasıla, yaşamı değerli kılan şeyler dışarıda bırakılarak hesaplanır” sözünü artık unutma ve tarihten silme zamanı geldi derken artık ekonomik büyüme değerlendirilirken, bu büyümenin nasıl gerçekleştiğine odaklanmalıyız, diyordu. Yani artık işin içine MUTLULUK EKONOMİSİ modelini katmak zorundayız. MUTLULUK EKONOMİSİ derken vatandaşının ruh ve beden sağlığını önceleyecek ve yine ailesini, ailesinin yaşadığı sosyal çevreyi ve yaşadığı doğal çevreyi sürdürebilirlik açışından değerlendirecek ve bu şekilde olayı sermaye açışından değil üreten emeğin değerleri açışından da yorumlayacak ve içine katacak yeni bir GAYRİ SAFİ MİLLİ HASILA” tanımına ihtiyaç var demesi çok önemliydi.
İnsanlığın ve ekonomilerin tıkandığı bu süreçte bu söz dünya için bir ilaç konumundadır.
Bugün ülke insanım teknoloji satın aldığında kendini zengin ile eşitlediğini düşünerek rahatlıyor. Ancak o ödemeleri yaparken nelerini kaybettiğini yaşamı kaybettiğinde anlayabiliyor ancak… O nedenle önemli olan sahip olma tutkusuyla hareket etme değil sahip olunacak eserleri, değerleri, hizmetleri, malları üretme bilinciyle ve tüketme bilinciyle yaşayabilme iradesine sahip olabilmektir.
Bizim topraklarımız çok değerli değil diyen Finlandiya, İzlanda ve o bölge de ki diğer devletler diyor ki sahip olduğumuz yerde insanımıza kaliteli eğitim verirsek ve onları birer hazine gibi yetiştirirsek bu eksikliğimizi kazanım olarak bizlere geri döner…
İnsanın insan olması “yağma” kültüründen “üretme ve tüketme” kültürüne geçmesi insanlığın en büyük zenginliğidir. Bugün ne acıdır ki eşraf kültürünün sıkışıklığı içinde kalan insanımız ezikliğini maddi şeylere sahip olmakla yeneceğini düşünüyor. Böyle düşününce de “yağma” kültürünün bir parçası olarak sonunda her şeyini kaybetmek adına yalanlarının acısıyla kaybolup gidiyor, bu dünyadan…
Ne güzel yazmış yazar…
Erdem sandığımız değerler manzumesi yalnızca refah içinde yaşayanların tekelindedir. Varsılların(zenginlerin) erdemini kazıdığımız da altından yoksulların felaketi çıkacaktır. Gerçek erdem, bütün bu ilişkiler ağının sınıfsal bir temele dayandığının ayırdına varmak ve bu iki yüzlü sistemin foyasını ortaya çıkarmaktır.
Sermayenin en çok korktuğu da bu paragraf içinde saklı duran “sınıfsal temel” varlığıdır. O sınıf ayrımını yıkabilmek adınadır yaşadığımız tüm felaketler…
Sermayenin gücüyle bulduğu her çözüm yolu bizi ve doğayı yok etmektedir. Şimdi yeniden geleneklere yönelmiş ve şimdi onları göğe çıkartırken yozlaştırıp bitirecektir. Bütün derdi, geçmişi olmayan ve geleceği düşünmeyen yeni bir insan modeli yaratmaktır. Hal böyle olunca da en büyük düşmanı aile olacaktır. Aileyi nasıl olur da yorarım ve ve yok ederim…. Kadını ve kadın vücudunu nasıl değersizleştiririm ve bunu yaparken de nasıl bunun üzerinden kazanırım…
Sermayenin yaşaması için kazanması, hep kazanması şarttır. Bilin ki o kazanırsa insan ve dünya kaybedecektir.
Sermaye “sınırsız büyüme” üzerine kurgulanmıştır. İnsan sonsuzluk üzerine dizayn edilmiş uzayda, kısa vadeli, “benden sonra tufan” diyen bir canlı türüdür. Sınırsız büyüme kapitalizmin ve onun en vahşi yönü olan emperyalizmin varlık nedenidir. Sınırsız büyüme diye bir şey, bir kural yoktur. İşin doğrusu sınırsız büyüyeceğim deyip, sınırlı kaynakları, sınır tanımayan bir hızla tüketmektir. İnsanı ve dünyayı da yok edecek olan bu anlayış değiştirilemezse hepimizi mutsuz bir son bekliyor , olacaktır. Dünya teknolojik devrimlerin hızı nedeniyle hazırlıksız yakalandığı “küreselleşme”ye ne istiyorsa veriyor olmasının önüne alamazsa bilmeliyiz ki bizleri büyük bir felaket kapımızın önünde yakalayacaktır.
“İnsan hayatını, kendini dünyaya göre değil dünyayı kendine göre ayarlamak üzerine kurdu. Öğrendikçe yıkıcılığı artıyor.” Bu yanlışı kırmak ve yıkmak zorundayız…
Yeni bir modeli; insanı, çevresini, birikimlerini ve dünyayı düşünerek yeniden hazırlayıp hayata geçirmek zorundayız…
Sevgi ve saygılarımla…