Türk Dil Kurumu’na bakalım; iki anlamı var “itici” kelimesinin:
Birincisi, “itme işini yapan”,
İkincisi, “soğuk, benimsenilmeyen, sevimsiz, sevilmeyen, antipatik”.
Tahmin edersiniz ki bu yazı, kelimenin birinci anlamıyla ilgili değil.
Toplum tarafından itici bulunan kısımla ilgili.
Çünkü toplum, artık “haberin anında ulaşılabilir olması” ve internetin de getirdiği olanaklar ile çeşitli konularda hassasiyet düzeyini artırmış durumda.
Örneğin çevre, örneğin israf, örneğin kaynakların heba edilmesi, örneğin liyakat…
Kaz Dağı’ndan tutun Madra’ya, mülakat sınavlarındaki haksızlıklardan tutun geçim şartlarının ağırlığına, israftan tutun siyaseti çıkar olarak kullananlara kadar toplumun tepki refleksleri arttı.
Artık toplum; hukuksuzlukların bitmesini, iyi ve adil bir idareyi, adaleti, çevreye saygıyı, insanca yaşamı daha çok istiyor, daha çok arzuluyor.
Ne yazık ki, Türkiye’de gerek siyaset ve gerek bürokrasi dünyasında belli bir makama gelenler veya bir koltuğa oturanlar veya atananlar, çok kısa bir zaman sonra toplum içinden soyutlaşarak kendi alemlerine geçiyorlar; sokağı, nereden geldiklerini, hiçbir makamın baki kalmayacağını unutuyorlar.
Türkiye, ekonomik açıdan
sıkıntılı bir dönemden geçerken ve piyasa koşulları ile mevcut tabloya
bakıldığında da çok sert ve çetin bir kışa doğru ilerlediğimiz gerçeği
karşımızdayken…
Asgari ücret artış pazarlıklarının günlerce ve günlerce müzakere edildiğini de
hatırlarsak eğer…
Sokaktaki normal bir vatandaş, milletvekili maaşlarının Ocak 2020’den itibaren
24.471,00 TL.sına yükselecek olmasını anlayamıyor.
“Ne yapıyor ki milletvekili” sorusu, çok can alıcı ve üzücü bir soru olduğu gibi Türkiye’deki siyasette vatandaşın bakış açısının ne derece güvensiz hale geldiğinin çarpıcı bir noktasıdır.
Milletin vekili olmak en basitinden “örnek” olmak demek değil midir?..
Hangi vekili örnek alacak kendine sokak?
İsraf konusu, belediye kaynaklarından tutun, devlet dairelerindeki kurumsal israflara kadar ne kadar çok lüzumsuz harcama yapıldığı, promosyon, reklam, ikram, yemek, gezi gibi milletin ve devletin parasının ne kadar düşüncesizce tüketildiğini gün geçmiyor ki gündeme getirmesin.
İşte vatandaşa artık bu tablo itici geliyor.
Sokak, israfı sevmiyor.
İsraf edeni de benimsemiyor, sevmiyor, antipatik buluyor.
Sadece siyasetçiler veya belediyeler açısından değil bu tespitler.
Bürokrat dünyasında da aynı hastalık var.
Falan bürokratın makam aracı var, filanın kaç makam aracı var?
Lüks araç varken daha lüksüyle değiştirmek hangi ihtiyaç?..
Hep şunu düşünürüz:
Eğer A kişisi, devletin imkanlarıyla o makamda olmasaydı, normal hayatında öyle bir araca binecek miydi, binebilir miydi?..
Peki o zaman makama oturmakla, herhangi bir ilin valisi, herhangi bir ilin üst düzey bürokratı, yargı mensubunun lüks araç sevdalanması neden?
Hani örnek olmak?..
Neden değişir insan?..
Neden makamın cazibesinin etkisiyle büyülenir hale gelir?..
Anlayabilen var mı Türkiye’nin yaşadığını?
O kadar çok gereksiz harcama var ki.
Bir tarafta yokluk, bir tarafta israfın tavan hali..
Okullarda araç gereç yok, okul yönetimleri velilerden “tepki üstüne tepki alsalar da” yardım almaya muhtaç haldeler.
Beri yandan bürokratlara dahi sıçrayan lüks makam aracı sevdaları…
Gözönünde olan en çok makam araçları olduğu için bu örnek üzerinden gittik ama devletin tüm dallarında israf olduğu hepimizin bildiği bir gerçek.
Ama makam araçları göze
batıyor.
Görev ve görev gereğinin dışında, makamın ihtiyacı ile hiç de uyuşmayan aşırı
lüks sevdası topluma “itici” geliyor.
Soğuk bulunuyor.
Benimsenmiyor.
Peki, lüks aracın arka koltuğuna oturan siyasiler ve bürokratlar bunun ne kadar farkında?
Yani bir Renault Fluence bir araçla VW Passat marka bir araç arasında makamı rencide eden bir şey var mıdır bilmiyoruz.
Lakin aradaki fiyat farkını biliyoruz.
Elbet bir de passat ötesi cipler, falan da filan da var!
Çok “itici” hareketler bunlar!