Kuma gömme başını
kime hayır gelir ki
kumca kelimelerden
Seni çağırıyor dinle
yanan kuş yuvaları
zamanın yiğit yüzü
Suskulara bürünüp de
korkuyu çoğaltan eyy
seni çağırıyor denizler
Hayata hiç yakışmıyor
iğreti duruyor kirli karanlık
şafağın doğumu yakın
Seni çağırıyor denizden kelimeler
Bülent GÜLDAL
*(Yağmurkuşunun Türküsü’nden)
Yüz yıl sonra insan, biraz daha insan olabilecek midir, söylemini dayatıyor insanın ince yanından söz etmek. Kabalığını, saldırganlığını, sömürgenliğini bir kenara itip hakça paylaşım sofralarında omuz omuza oturabilenin dünyaya bakışı onu yeniden yorumlayışı incelikten izler taşır çünkü. Aksi olursa, günümüzün azgın, acımasız saldırganları gelecekte de görülecektir. Günümüze gelene kadar uygarlığın her basamağında kan ve gözyaşı var. Deve kervanlarıyla seyahat eden insan, jet motorlu uçaklara terfi etti bugün. Ama yapısındaki öldürme, sömürge isteğini yok edemedi bir türlü. Zekâ yükseldikçe, öldürüm aletlerinin biçimi değişti; insan insan olamadı bir türlü. Çölün şiirini ve uzayın şiirini yazan işte bu insan. Zamana yansıyan manzara değişse de ölümün rengi, acının ve hüznün rengi değişmiyor. Genlerinde taşıdığı yok etme güdüsüyle gelecekte de yeni savaşlara neden olacaktır. Şiir, insan kokusunu özleyerek yoluna devam edecektir.
Kapkaç bir zaman dilimi yaşanıyor. Dün, uğruna ölebileceğin kişinin saf değiştirdiğini görüyorsun bugün. Bu durum inceliği yaralıyor en çok. Kişilerin değersiz kılındığı zaman ve mekânlarda saygı, sevgi ve incelik azınlık öbekleri arasında değer buluyor artık. Ham kalabalık ne edebiyatın ne de hayatın farkında. Kişinin karnı doyacak ki haz duygusunun ayrımına varabilsin…Bu yüzden, bizim gibi toplumlarda şair yalnızdır.Ve şiir yalnız bir yolu yürür. Bütün değerlerin paraya indirgendiği bir zaman dilimini geçiyoruz. Yayınevleri de ‘ne kadar eder’ gözüyle bakıyor dosyalara. Henüz basılmayan kitabın ikinci, üçüncü baskısından söz ediliyor. Birazcık okuma merakı olanların ilgisi çekiliyor böylece. Bu alaverede, gerçek edebiyatı sorguluyor has okur. Son yıllarda köşe yazarlarının kitaplarıyla doldu piyasa. Bir avuç okur bunlara yönlendirildi ve edebiyat zevkleri iyice iğdiş edildi. Ama aşığın yokluğundan, aşkı yok varsayamayız. Bütün ilgiler ve reklamlar görecedir; özellikle şiir yalnız başına yürür geleceğe.
Sözcükler, adil bir yaşamın görüntüsünü çizmeli, sınırlarını anlatmalıdır. Bu görüntüyü ve sınırları hayata geçirecek olan son aşamada insandır. Yasaları yapanları ve uygulayanları göz önüne getirdiğimizde, ‘adil dünyanın’ neresinde olduğumuz tartışılır. Suçun olduğu yerde ceza da olacaktır. Suçun cezasız kalması ya da orantısızlığın hüküm sürmesi masumiyeti lekeler. Bu tabloya şiirin kulvarından bakarsak; şairin insandan yani haksız yere ezilenden yana olduğunu görürüz.
Siyaset ve edebiyat iki ayrı kavram. İlki günübirlik, diğeriyse geleceğe yol alıyor özü gereği. Günü değerlendirirken geleceğe dikelim gözümüzü. Eğer bir değişim söz konusuysa, algılanacaktır bu durum ve ister istemez, ince insanın dilinde sözcüklerle vücut bulacaktır.