Bizim insanımızın dolayısıyla siyasetçin sorunu “hız”… Yaşadığı ya da görevde bulunduğu süre içinde düşündükleri ve yaptıklarının “bitmesi”ni ve “görülmesi”ni çok istiyorlar. Bu adeta ölmezlik duygusu gibi peşinden koşulan bir hastalık haline geliyor. Hele ki siyasetçinin durumu daha da trajikomik, o diğer seçim döneminin kahramanı olabilmek için bu “görülme”yi kendi “kahramanlığı” açısından olmazsa olmaz olarak değerlendiriyor ve inanıyor.
Hal böyle olunca çevresi o kolay yollardan beslenerek zengin olma hayali içinde olan lümpenlerle çevriliyor. Ve ortaya seçilmemiş ancak seçileni kötülük üzerinden kontrol eden yeni çıkar odakları olarak yerlerini alıyorlar. Bu çıkar odaklarının görevi, ilk olarak müthiş haz duyulan o “görülmeyi” sağlamak oluyor. Görülme isteği o hale geliyor ki onun vereceği haz nedeniyle diğer hiçbir şey görülmüyor. Görülmek istenmiyor. Zorlayanlara “hain” damgası vuruluyor. Özeleştiriye de o nedenle kapalı oluyorlar. Özeleştiri aslında bu kapalılığın, bu yanlışlığın tek çıkış yolu. O yüzden eleştiriye tahammülleri yok. Kendi vasatlıklarının görülmesinden korkuyorlar. Onlar gibi biri olduğunun farkına varılmasından korkuyorlar. Korku var olunca korku kendi örgütlenmesini yaratıyor. Korku kendi örgütlenmesini yaparken istenilen tek şey sorgusuz sualsiz bağlılık.
“Görülme” dedik, söz nereye geldi. Siyasetçi “görülmek” istiyor. Yaptıklarının görülmesini istiyor. Bir siyasetçi yaptıklarının görülmesini, alkışlanmasını isterse yenilir…
Yaptıklarının görülmesi isteği; doygunluğa ulaşamamış, vasatlığını aşamamış insanların kendi bilinçaltlarında boğulma krizlerinden kurtulma çabalarıdır. Bu çabaların sonuçları insanları, doğayı ve yaşamı mutlu etseydi, diktatörler en çok sevilen insanlar olurlardı…
“Hız” o nedenle çok tehlikelidir. Hızın büyüleyici etkisiyle yola çıkanlar, hızın yok edici çarklarında ezilerek yok olurlar…
“Hız”ın büyüleyici etkisini yenebilmek için kişinin kendi iç yolculuğunu yapması çok önemlidir.
Bilgi tek başına yetmez. Bilginin hazmedilmesi ve yeni bilgilerin ortaya çıkabilmesi için sokağın ve dış dünyanın seslerinin harmonisini yönetmek gerekir. İnsan, her insandan mutlaka öğreneceğim bir şey vardır, mantığıyla o sesleri dinleyip harmonisini güzel yaparsa pratiğin içinden etkili sonuca gider. Sağ ile Sol’un en belirgin farkı budur. Biri paranın, saltanatın, gücün sesini takip ederek eser meydana getirir, biri de duygu ve düşüncenin harmonisinden ışığı yakalayarak bir eser meydana getirir… Birinde insan toz bile değildir, birinde insan çok kocamandır.
İnsanın diğer insandan korkması ne büyük travmadır. Elbette burada mafyavari korkutmayı söylemiyorum. Yönetenin acizliğini anlatıyorum.
Yaşarken kahraman olmak isteyenler, hep ölmüştür. Onlar ölürken ne acıdır ki binlerce insan da ölmüştür. Eserlerin muhakemesini de gelecek kuşaklar yapar.
“Hız”ın bir diğer eksikliği yada kışkırtıcılığı da kolay bir zemin yaratmasıdır. İnsanın genlerinden gelen hele bir de göçebe ve kavga etme(ganimet kültürü) özelliği varsa kolaycılığı sevmesi kaçınılmazdır. Kolaycılığı seven insanların yöneticiliğinin özeti ise çöpün üzerinin yeşil örtüyle kaplanmış halidir… Sorunları halının altına süpürme ile tanımlanan bu kolaycılık doğu insanlarının ve toplumlarının kaderidir…
Bu kaderi yıkmak ise sanıldığı kadar kolay değildir. Bunu iki kişi başarabildi. Hazreti Muhammed ve Atatürk… Onları yeneceğim, kahraman olacağım diye yola çıkanlar ise büyük sorun oldular…
İnsanları çok üzdüler…
Ve çok zarar verdiler…
Sevgi ve saygılarımla…