29 Ekim Cumhuriyet Bayramımıza ne kaldı şunun şurasında, sayılı günler çabuk gelip geçiyor derlerdi nenelerimiz , dedelerimiz. Biz torunlara miras kalan bu sözleri gerçek yaşamımızda kullanıyor muyuz ? Ara sıra da olsa ben kullanırım.
Kış uzun sürünce , dedem nenemi avutmak için söylerdi.
– Amannn , sıkıldığın şeye bak , bahar geliyor bahar. Ne kaldı şunun şurasında ; giren ay, çıkan ay bahar geldi şinanay.
Geçen yıl Cumhuriyet Bayramı için hazırladığım yazımı bir türlü bulamadım. Nerelere sakladım diye dolanıp durdum. Başlığı dün gibi aklımda. İnsan Atatürk. Sıkıntılı günlerimin en iyi ilacı kitaplığımı döküp karıştırmaktır. Alışkanlık işte her kitabımın arasında olmasa bile , çoğunun içinde yazılı bir şeyler olur. Bazen pazar listesi bile çıkar kitaplarımın arasından. Ayraç niyetine kullanmışım.
Eski bir kitabım elimde, Eflatun Cem Güney yazmış. Atatürk ile ilgili. Heyecanla açıyorum kitabın ortasını. İçindeki yazıyı görünce dünyalar benim oluyor sanki. Geçen yıl 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız için hazırladığım yazı şimdi elimde. Keyifle o gazete yazısını bir solukta okuyorum. Kendime söz veriyorum. Bundan böyle kitap aralarındaki önemli yazılarımı bilgisayara geçirmem gerek. Tembellik yok.
Geçen yıl hazırladığım Atatürk’ümüzün o anısını bu yıl yayınlamanın mutluluğunu yaşıyorum.
Bayram coşkusunu yaşayamayanlara İnsan Atatürk’ümü anlatmanın huzuru ile o güne kadar bu yazımın çok okunmasını dilerim.
Bizlere Türkiye Cumhuriyeti’ni emanet edenlere minnet ve dua ile.
Cumhuriyet Bayramımız şimdiden kutlu olsun.
ATATÜRK BİR ARABA KAVUN ALIYOR.
Gene bir İstanbul seyahatinde bir sabah erkenden otomobille şöyle bir Yeşilköy’e doğru gezinti arzu ediyor. Topkapı dışından otomobille ilerlerken kavun yüklü iki araba ve birkaç küfe de üzüm görüyor.
Otomobili durduruyor ve iniyor. Yanında başyaver, diğer araba da yaverler, daha geride kinde de polis takip memurları var. Onlar da derhal iniyorlar. Tabiî orada bir kalabalık oluyor. Köylüler otomobildekilerin kimler olduğunun farkında değiller. Atatürk köylülerle kavun pazarlığına başlıyor:
-“Bu bir araba kavunu kaça verirsin?” diyor. Bunlar iki erkek, üç kadın. Araba sahibi kayıtsız davranıyor. Malı vermek taraftarı değildir, ne ise bir fiyat söylüyor. Paşa da şaka olarak bir fiyat veriyor.
Arabaların şafak vakti durdurulmasından sinirlenen arkadaki arabacı öndekine bağırıyor:
-“Haydi, be trava… Sabahleyin maytaba çıkmışlar.”
Tabiî Paşa “trava” nın anlamını bildiğinden bunların Rumeli göçmenlerinden olduğunu anlıyor. Paşa, arkadaki arabacıya bağırıyor:
-“Canım be birader ne sinirleniyorsun? Uyuşursak bu iki arabadaki malı da alırız.”
Fakat adam gene arabayı çekmek ve gitmek taraftarıdır. Nihayet pazarlıkta uyuşuluyor ve iki araba kavunla birkaç küfe de üzüm satın alınıyor. Artık bunların götürülmesi işi kalıyor. Paşa diyor ki:
-“Bunu bizim eve bırakacaksın.” Adam cevap veriyor:
-“Sizin ev nerededir, ne bilelim biz..
.” Sonunda Başyaver Celâl Bey bir kâğıt yazıyor, “işte bizim evin adresi” diyerek adama veriyor.
Arabacıya:
-“Bunu, Topkapı’dan içeri girince kime versen sana bizim evi gösterir” diyor. Tabii arabalar yollarına devam ediyor.
Sonradan öğrendiğimize göre adamlar, Topkapı’dan içeri giriyorlar; Kâğıdı polise gösteriyorlar ve bu ev nerededir, diye soruyorlar. Polis bir kâğıda, bir de arabacıların yüzüne bakıyor ve Dolmabahçe’yi tarif ediyor. Arabacılar tâ ki Saray kapısından içeri giriyorlar, o zaman işi anlıyorlar.
Saray kapısından içeri girince, “trava” diyenin rengi atıyor ve adamda korku başlıyor.
Sarayda bunlara gayet hoş muamele yapılıyor; Hademeler, bekçiler kavunları boşaltıyorlar.
Adamları, kadınları satın alma memurunun odasına alıp yemek ikram ediyorlar.
Atatürk, yanındakilerle birlikte Saraya geldiği zaman satın alma memuru Mustafa Bey’e:
-“Çağırın bunları bakalım” diyor.
Adamlar, kadınlarla beraber huzura çıkıyorlar. Hepsi şaşırmış durumdalar. Paşa:
-“Oturun” diyor, fakat çekindiklerinden oturamıyorlar. Nihayet bir daha:
-“Oturun yahu” diyor ve oturuyorlar. Paşa soruyor:
-“Kavunları teslim ettiniz mi, yemek yediniz mi, istirahat ettiniz mi, parayı aldınız mı?”
-“Her şeyi yaptılar, yedik, içtik” diyorlar…
Parayı daha henüz almadıkları halde “almadık” diyemiyorlar.
Atatürk biraz konuştuktan sonra o “trava” diyene ticaret yapmak hususunda bazı nasihatlerde bulunuyor.
“Alışverişte kızılmaz” diyor ve en son şaka yollu gene ona hitaben sesleniyor:
-“Haydi trava.”
Biraz sonra, para fazlasıyla bir zarfa konup pazarlık edene veriliyor ve Rumelili göçmenler heyecan içinde sarayı terk ediyorlar.
***
Anıyı yazan .
Niyazi AHMET.
Nükte ve Fıkralarla Atatürk.
Garanti Matbaası, İstanbul 1967, S. 310–312.
Cumhuriyet Bayramımız Türk Milletine kutlu olsun.
Fatma Zehra KÖSELEY’in tüm yazıları için tıklayın… https://www.balikesir24saat.com/author/fatma-zehra-koseley