Önce Kant…
18’nci yy aydınlanmanın en önemli temsilcilerinden Alman felsefesinin kurucu filozofu Immanuel Kant’tan bir alıntıyla başlayacağım.
Sonra Atatürk’le ilgisine geliriz…
Bundan tam 265 yıl önce bazı insanların aydınlıkla-karanlığı, doğruyla-yanlışı, ilerlemeyle-yerinde sayışı ayıramayışlarını bakın nasıl açıklıyor.
“İnsan akılsız bir varlık değil, ancak aklına başkaları kılavuzluk ediyor…”
Biz buna aklını kiraya vermek, ya da ergin olamama durumu da diyoruz.
***
Devam edelim:
“Aydınlanma kişinin kendi aklını kullanmaya cüret etmesidir…Ergin olamayışın sebebi aydınlanmadan yana olmayışın sonucudur…”
Yani?
Yanisi şu:
Aydınlanmadan yana olanlar aklını kullanmayı öğrenmiş, aydınlanmaya karşı olanlar, önemsemeyenler aklını kullanmaya cüret edememiş…
Sorun çok gerilerden;
Din merkezli toplumsal sisteme karşı aklı ve bilgiyi temel alan aydınlanma süreciyle birlikte Ortaçağ karanlığının sarsılmasından geliyor
***
İnsanlık karanlığı yara yara ilerlerken; dört kıtada kılıç gücüyle muhteşem yüzyıllar yaşayan Osmanlı aydınlanmayı kapıdan içeri sokmadı.
Rönesansı, reformu, hümanizmayı, coğrafi keşifleri, sanayi devrimini ve tabi aydınlanmayı es geçince yıkılıp dağıldı…
Şimdi birileri aydınlanmayı ampulle idare etmek istiyorlar.
Allah akıl fikir versin diyeceğim ama bunlar aklı kullanmayı da bilmiyor ki!
***
Hiç aydınlanma için ampul yeter mi?
Tabi ki yetmez…
Güneş lâzım…
Kant-J J. Rousseau-Voltaire-Galilei-Davit Hume nasıl Avrupa’ya güneş gibi doğdularsa, Anadolu toprağının güneşi de Atatürk oldu…
Güneş bu topraklara bir kere Samsun’dan doğdu…
Ortaçağ karanlığını yerle bir etti…
100 yıl sonra güneşi söndüreceklerini sananlar bir kere olsun aklınızı kullanın…
Güneş çarpmasın!
Bir daha kendinize gelemezsiniz…
Kant’la başladık Kant’la bitirelim
“Böcek olmayı kabul edenler, ayaklar altında kalıp ezilmekten yakınmamalıdır.”