Bir kıymetlimizi daha sonsuzluğa uğurladık..
İlhan İrem..
Yazar, ressam, söz yazarı , besteci ve yorumcu..
O ; yazık oldu yarınlara, diyeli uzun yıllar oldu.
Bizler ayırdına varamadan o gencecik yaşında bizi uyardı.
Yarınlara yazık etmeyin der gibi..
İlhan İrem sessizce gittiğinde hemen her seveni önce inanamadı..
Televizyonlar alt yazı ile geçtiğinde acaba yalan mı diye sorduk birbirimize.
Tanışlarım telefonlar açıp sordular:
– Doğru mu ? İlhan İrem’i kaybetmişiz.
Naif ve zarif kişiliğini taaa ilk tanıdığımızdan bu yana biliyorduk.
O bizim bilgemizdi.
Söyleşisini izlediğimde bir kez daha tanık oldum ; şiir gibi konuşuyor..
En vurucu sözleriyle daha ilk cümlesinde yeniden düşündürüyor beni..
Neler oluyor ?
Hayatı, insanları ve olayları sorguluyorum!..
Evimin bir köşesinde kitapları , müzikleri.
Yazık oldu yarınlara..
***
Dik duruşuyla , gerçek yurtseverliği ile, herkesin sustuğu zamanlarda korkusuzca laik Türkiye Cumhuriyeti’nin değerlerini savunmasını unutamam.
Yıl 1999 Antalya İleri Gazetesinde yazdığı bir yazı nedeniyle 1 milyar tazminat ödemeye mahkum edilmişti.
Mahkeme bu rakamı 300 milyona indirmişti!.
O dönemde etrafındakilerin hoca efendi diye el pençe divan durdukları, şimdilerde hain diyerek lanetledikleri 15 Temmuz hainliğinin elebaşı Fetullah Gülen ile ilgili yazıyı yeniden okumanın tam zamanıdır!..
Tanışımız olan ;Emekli Albay Mustafa Pirik komutan şunları yazdı..
” İlhan İrem Askerliğini Sivas Temeltepe de habercim olarak yaptı.
Efendi dürüst , vatanını ve milletini seven mükemmel bir insandı.
Basın mensuplarının bütün ısrarlarına rağmen ; onlarla röportaj yapmadı.
– Ben buraya askerlik hizmetimi yapmaya geldim diyerek reddetti. Asla şımarmadı.
Vefatına çok üzüldüm. Aramızdan erken ayrıldı. Ruhu şad olsun. Mekanı cennet olsun. Nurlar içinde yatsın.”
***
İda ( Kaz Dağları ) dağlarında evlendim diyen İlhan İrem eşi Hansu İrem ile tanışmasını ve evliliğini şöyle anlatıyor.
Ankara’da verdiğim bir konser…
Sarı saçları beline kadar uzanan dünyalar güzeli bir kız, çıkışta elime bir kitap tutuşturdu ve kalabalığın arasında yok oldu gitti… İçinde ne isim ne adres… Sadece bir cümle yazılıydı:
‘Sözcüklerin büyütülmesinin bazen sessizlik olduğunu ve neşenin büyütülmesinin bazen gözyaşları…’
O kısacık sürede hissettiğim duygu, çevremdeki herkesten çok farklı göründüğü idi. Yıldızlığı, popüler kültürü sorgulamaya başladığım seksenli yıllar… Kaçmak istediğim sessizliğin çağrısı gibiydi. Ankara konseri uzun bir turnenin ilk durağıydı. 40 gün sonra Anadolu’dan İstanbul’a dönüşte bir magazin gazetesine turneyi anlatan bir röportaj verdim. Elimde de o kitap: Magnafantagna’nın Ölümü…
‘Ankara konserinde bu kitabı bana veren kızla evleneceğim’ dedim. Sonra İstanbul’un kara deliği beni yine içine çekti, her şeyi unuttum. Üç yıl sonra, bir başka Ankara konserinde tekrar gördüm onu. Daha önce saniyelerle gördüğüm halde hemen tanıdım. Konserden sonra asistanımı kalabalığın arasına göndererek kulise davet ettim. Sessiz, sakin, büyülüydü… ‘Nerelerdesin sen?’ dedim. Hiç konuşmuyordu.
Adını öğrendim ve telefonunu alabildim. Ertesi gün Gölbaşı’nda yürüdük. O röportajı görmüş ama o zamanlar iletişim imkanları kısıtlı olduğu için ulaşamamış. Bana rüyasını anlattı. Onu çağırdığım halde tanımadığım için benimle ilgilenmemeye karar vermiş aslında. Ama sonra elimde kitapla o röportajı görmüş tesadüfen… Başka bir şey konuşmadık. Soğuk Ankara’yı ve sessizliği hatırlıyorum. Gürültü patırtının dışına çıktığım zamansız bir masal gibiydi… Sonra İstanbul’a deli dolu hayatıma döndüm.
Sevgilere, insanlara güvenim giderek eriyordu ve bir anafor içinde kısa süreli rüzgarlar yaşıyordum. O ise çok masum, çok farklıydı… İstanbul’daki cadı kazanına girmesini istemedim. Yıllar yılı kimselerin bilmediği telefon sırdaşım oldu. Türk ve dünya edebiyatının edebi ve felsefi cephesinde, okumadığı kitap, izlemediği film yok gibiydi…
Ve o masumiyeti içinde binlerce yıllık bilgeliğin dizelerini yazıyordu ki, sürekli bir yürek çarpıntısıyla yol arkadaşımı buldum, ona aşık oldum. O da aynı duygular içindeydi ama ikimiz de susuyorduk… Yeni yazdığım şarkıları dinletiyor, beraberliklerimi, mutluluğumu ve mutsuzluğumu paylaşıyordum. Giderek kirlenmeyen hiçbir şey kalmadı.
Anlamsız bir dünyada, anlamsız insanlarla, anlamsız koşuları bırakıp, bambaşka bir yolculuğa çıkmaya karar verdim. Işık yürekli insanlar için birlikte cennetimizi kuracağım insanım Hansu İrem’di… Onunla başka boyutlardan tanışıyorduk! 1 Ekim 1991’de sadece ailelerimizin bulunduğu bir törenle
İda Dağları’nda evlendik.
İLHAN İREM..
Hansu ve İlhan İREM..
***
Giderken bıraktığım
Asmalar üzüm olmuş
Yerlerde bütün kollar
Bütün bağlar bozulmuş
Ben mi geç kaldım?
Yoksa mevsimler mi soğumuş?
Görmeyeli buralara
Olanlar olmuş…
Giderken bıraktığım
Gökyüzü toprak olmuş
Yıldızlar çakıltaşı
Güneş bir yaprak olmuş
Ben mi yaşlandım?
Yoksa dünya mı alt-üst olmuş?
Ben gideli buralara
Olanlar olmuş…
Kalsaydın
Yokluğunla yok olmazdı
Bu şehir…
Kaçmakla mutluluklar
Bulunmuyor bunu bil…
Yaprak kıpırdamıyor
Yüreğim öyle susmuş
Sana… Bana… Sevgimize…
Olanlar olmuş…
Giderken bıraktığım
Gülüşler bakış olmuş
Kahkahalar buralarda
Özlenen yakış olmuş
Ben mi gülmüyorum tanrım?
İnsanlar mı somurtmuş
Görmeyeli buralara
Olanlar olmuş…
Söz ve Müzik: İlhan İrem
Sevgili İlhan İrem , vasiyetlerini eşin Hansu İrem hanımın yordamıyla , çok sevdiğin ve istediğin Aşiyan’da sakladık..
Tabutunu Türk Bayrağına sardık.
Atatürk Kültür Merkezinden sevenlerinle uğurladık.
Işık ve sevgiyle..