Zamanı gelmiş-hatta geçmiş- bir değişimin, ne yapılsa da önünde durulamaz.
Bu zaten bir doğa ve toplum yasasıdır, ne yapılsa da engel olunamaz.
Bu gerçeklik, en çok da siyasal ve toplumsal ömrünü tamamlamış olan “siyasi iktidarlar” için geçerlidir.
Artık herkesin bildiği bir sır ki, ne yapılsa da gizlenememekte!
Hem içinden hem de dışından, iktidar için belli ki artık kader ağlarını örmekte!
İstese de istemese de “talihinin çarkı” artık tersine dönmekte!
Tıpkı gelişinde olduğu gibi, gidişindeki “talihi ve tarihi” kesişmekte! Bir seçimle geldiği gibi, yine bir seçimle gitmekte, gönderilmekte.
“Talihinin ve tarihinin” de kaçınılmaz sonu elbet gelmekte; çünkü tarih, hep havada kalan, yere inmemiş olan uçağı, henüz daha kaydetmemekte!
Çürüme, yozlaşma, han hamam, Karunlaşma; baskı, korku vb. ile abat olunup, Firavunlaşma;
“Şeytan” dediklerini unutturup Amerikancılaşma; “millet millet” naraları atıp, millete yabancılaşma…
En başta “3Y” dedikleri “yolsuzluk-yoksulluk-yasaklar”a karşı gelip de; artık tam tersine, yine bu “3Y” ile kaçınılmaz sona doğru hızla yaklaşma!
Cumhuriyetin sayesinde memlekette “devr i iktidar” oldular.
“Demokrasi sermayesini” ise hoyratça kullanıp hunharca harcadılar.
Cumhuriyet’e, kurucusu Atatürk’e nasıl ve ne karalar çaldılar amma başaramadılar.
Bütün milletin, herkesin atası olan Atatürk’e sövüp saydı(rttı)lar.
Tıpkı “yelin yaptığı gibi kayadan” bir zerreyi bile koparamadılar.
Laikliğe karşı açıktan cephe alıp, kara üstüne kara çaldı(rttı)lar.
Cumhuriyetin bütün kazanımlarını her fırsatta itibarsızlaştırmaya çalışmaktan geri durmadılar.
Kadınların haklarına ve eşitliğine karşı adeta kampanyalar açtılar.
“İstanbul Sözleşmesi”ni önce imzalayıp, sonra da çöpe attılar.
Ulusal bayramları yasaklayıp, yolları, meydanları kapattılar.
Ancak ulusun, halkın kararlı, soylu direnişini kıramadılar.
Büyük önderini, halkın belleğinden söküp atamadılar.
Elde avuçta ne varsa halka ait, ülkenin birikimi olan kamu mallarını; eşe dosta, yerli-yabancı yandaşa haraç mezat, “Katar katar” sattılar.
Cumhuriyetle hep hesaplaşma ve de rövanş alma peşinde koştular; lakin her defasında baltayı taşa vurdular, vurmaktalar.
***
Yirmi yıl önce ne kadar idiyse ülkede yoksulluk; yirmi yılda da yazık ki “yirmi kere” katlanmış, kanatlanmış durumda!
Türk parasının alım gücü, değeri, adeta yer ile yeksan olmakta.
Enflasyon, pahalılık hızla tırmanmakta, halk da yoksullaşmakta.
İşsizlik, bir facia sanki bir felaket gibi “büyük afet” konumunda.
Emek merdiven altında, örgütsüz, savunmasız bırakılıp, adeta itilip kakılmakta.
Emeğin hakkını savunanlar, tekme tokat kovalanmakta.
Yolsuzluklar ayyuka; her yerde, her noktada kayırma.
Kendilerinden olmayanı da milletten saymama!
Durmadan, ülkenin kurucu ayarları ile oynama.
Her gün zam üstüne zam, gam üstüne gam vururken vatandaşın sırtına; feryat figan ile itiraz edip sesini yükselteni anında bastırma.
Hakkını, hukukunu haykıranı hızla, yaka paça, anında susturma.
Adalet kör kuyularda, ulaşılmaz, çığlık çığlığa; temel haklar ve özgürlükler, ayaklar altında.
Düşünceyi ifade, anlatım ve eleştiri hakkını hiç arama!
Sanat, mizah hepsi karanlıklarda, enkazlar altında.
İşine gelmeyen ne varsa, kim varsa yasaklanmakta.
Basın, medya özgürlüğü mü, ara ki bulasın!
Onca tv, gazete iktidarın hizmetinde ama yetmemekte; çaresizlik içinde!
Hazır ve nazır ekranlarda, hazır ve nazır sayısız adam; gece yarılarına kadar, sabah, öğlen, ikindi, akşam!
Amma ve lakin yetmeyince yetmiyor işte, olmayınca olmuyor; yalan dünya gerçek olmuyor.
Boşa konulsa dolmuyor, doluya konulsa almıyor!
Ne ki demir almak zamanı gelmişse limandan, yolcudur Abbas, bağlansa durmuyor!
***
Nicedir, her yerde hep en birinci, tek birinciydi; el üstünde, nadide, bulunmaz bir “inci”ydi! Ne günlerdi!
Yaratandan bir lütuftular sanki, eşi benzerleriyse, ne mümkün, bulunur muydu ki?
Hemen her sözün başı kamplaştırma, kutuplaştırma.
“Kimlikçi siyaset” ile toplumu ayrıştırdıkça ayrıştırma.
Kindardılar bir yandan da “sözde dindar”; lakin her şeyin bir sonu var, herkes fani; bütün saltanatların da elbet bir sonu da var.
Belli ki engin, derin denizler de bitmekte, tükenmekte; görünen köy kılavuz da istememekte!
Ama belki bir yolu bulunmalı; tek davaları ise ille de uzatabilmekte!
Kime sorulsa, kiminle konuşulsa her yerde, ortalık yerde; herkesin bildiği aleni bir sır var ki herkesin dilinde!
“İktidar, artık psikolojik üstünlüğü de yitirdi.” denilmekte!
Belli ki o önlenemez yükselişinden, aşağılara doğru hızla inmekte!
Ülkenin ve milletin “makus talihi” de artık dönmekte.
Yirmi yıl önce nasıl geldilerse, dikensiz “gül bahçes”ine; ne yazık ki yirmi yıl boyunca da rahatça at koşturdular aynı “gül bahçesi”nde; zamanın “muhalefetleri” sayesinde!
Fakat ne kadar hüküm sürse de hoyratlık bir ülkede; bir diyalektiği var ama tarihin de!…
Yetti artık, yetsin artık!
***
Halk ilk seçimde, iktidarın o “kutsal sandığa” gömüleceği o güzel günü, şafaklar sayıp sabırla beklemekte!
Neden olmasın; onlar, iktidar tarafında olanlar da artık yoruldular!
Kim bilir, dinlenmeyi artık gerçekten onlar da istemekte!
Huzuru, belki de onlar da iple çekmekte!
Ancaak!
Yine de her şey, birkaç şeye bağlı:
Muhalefetin doğru ve etkili strateji kurma atağı.
İktidar ile de ağız dalaşı ve polemikten kaçınılması.
Halkın ekonomik refahı, kayıplarının mutlaka karşılanacağı.
İşsizliğe, pahalılığa ve gelir dağılımına kesin çözüm bulunacağı.
Düzenin mağduru mutsuz çoğunluk “en alttakiler”in ikna olması.
Bıkmadan, usanmadan gür sesle, kararlılık içinde, güçlüce ve etkilice “parlamenter demokrasi” ısrarı…