Sabah erkenden uyandı
Dallarının hışırtısı ile güzel bir baharı müjdeliyordu sanki.
Küçük çeşmenin etrafındaki rahlelere baktı.
Az sonra Müezzin Muharrem , Bakkal Ahmet, Ayakkabıcı Salih, Emekli Trenci Raif Çavuş teker teker gelip otururlar diye geçirdi içinden.
Daha sözünü bitirmeden Raif Çavuş’un sesi duyuldu.
Ardından hepsi sıra ile oturup abdest aldılar.
Bakkal Ahmet, Muharrem’e dönerek:
– Bu ıhlamur ağacını ne zaman keseceksiniz ? Dibinde kurt var bunun. Dallarının yarısı kurumuş, ıhlamurundan çok çer çöpü oluyor. Ben çocuktum bu ağaç burada dikili idi. İhtiyarladı artık. Kesin şunu da bahçenin her tarafını beton yapalım. Temizliği daha kolay olur. Caminin bahçesi de tertemiz kalır.
Müezzin Muharrem başını sallayıp doğruluğunu onaylarcasına ortaya söylendi:
– Doğru söylüyorsun iki torba ıhlamur alacağız diye dökülen yaprağını topla, budaması da caba.
Raif Çavuş söze karıştı:
– Yahu size ne zararı var. Sabah sabah hayırlı şeyler konuşun.
Başını kaldırıp ıhlamur ağacına baktı, ince dallarını okşadı…
– Kessinler bakalım kesebilirlerse..
Kulaklarına inanamadı Ihlamur Ağacı..
Neler oluyordu.
Bakkal Ahmet’e nefretle baktı.
En ince dallarına kadar ürperdi.
Dallarını hüzünle salladı ılık rüzgar.
Gözyaşlarını sakladı yapraklarıyla.
Koca Ihlamur Ağacı ağladı dedirtirmiydi ?
Gencecik fidan olduğu günleri düşündü..
Martlı Caminin bahçesine dikildiği günü anımsamaya çalıştı..
Zorlandı..
Hatırlamamak ne korkunç…
Demek bunca yıl olmuştu…
Tavanlı Çeşmeden içmişti kökleri ilk suyunu…
Emekli Öğretmen Hayati Bey’in elinde canlandığı günlere kadar uzandı hatıralar…
Üşüyordu şimdi bu nisan sıcağında.
Dallarından korku ve acı ile karışık hüzünlü bir türkü yayılıyordu Hacıilbey Mahallesine.
O gece hiç uyumadı, ıhlamur ağacı…
Mahallede tek tek her evin içine girdi dalları ile sanki.
Küçük cezvelerde kaynayan çiçeklerinin şifa dağıttığı günleri düşledi.
Bu bakkal Ahmet’i hiç sevmemişti nedense.
Ihlamur çiçeklerini toplarken bile kocaman kara elleri ile canını acıtırdı hep.
En güzel dallarını kırardı.
Şimdi canına kıyacaktı.
Sabaha doğru düşünmekten yorgun düşüp uyuya kaldı.
Beline inen baltanın acısı ile uyandı.
Dalları ile ellerini tutmak istedi Bakkal Ahmet’in.. .
Başaramadı…
Gözyaşları küçük çeşmenin sularına karıştı.
Son defa baktı gökyüzüne…
En güzel kuşların öttüğü, mis kokulu çiçeklerinin açtığı dalları ile cansız kalıncaya kadar…
Bakkal Ahmet topraktan köklerini söktü.
Bahçenin her tarafı beton yapıldı.
Ertesi yıl bahar gelmişti.
Küçük çeşmenin kenarında Bakkal Ahmet, Müezzin Muharrem, Raif Çavuş güneşleniyorlardı.
Raif Çavuş betonun çatlamış yerinden yemyeşil uzanan, güneşin sıcaklığını arar gibi başını uzatan minicik ıhlamur fidanını görünce heyecanlandı.
Eğildi, eliyle yokladı.
İçini bir sevinç kapladı.
Beyaz sakalını karıştırdı. Bakkal Ahmet’e dönerek, kestiği ıhlamur ağacının öcünü alır gibi:
– Bunu buradan kimse sökemez, dedi..
Elindeki küçük çakı ile beton çatlağının kenarını kırmaya başladı.
Eski Ihlamur Ağacı’nın yerinde minicik bir ıhlamur fidanı…
Ne güzel..
Raif Çavuş keyifle ayağa kalktı.
O gece yatağında daha rahat uyuyacaktı.
Eski ıhlamur ağacını düşleyerek…