Herkes eski ramazanları anıyor. İlk defa herkes haklı.
İftar davetleri, sahur hoşlukları bu yıl anılarda kaldı.
Bende eskileri düşündüm, çocukluğumda kalan ve büyüklerimle yok olan güzellikler geldi aklıma
Anânem ve büyükbabamın iftar davetlerini anımsadım;
Ramazanın ilk günü kızlar, damatlar, torunlar ve dünürler yemeğe alınır.
Annemler iki kız kardeş. Teyzemin kayınpederi çok önce vefat etmiş kayınvalidesi sağ.
Benim hem babannem hem dedem sağ. Tüm aile birlikte ilk orucu açardık.
İkinci gün ailenin en yakın dış halkasından devam ederdi davetler.
Dayı, teyze, amca gibi yakın akrabalar yemeğe alınır, mahalle komşuları gruplar halinde ağırlanırdı.
Her ramazan dul, yetim ve kimsesizler özellikle davet edilirdi.
Sanırım düşkünler evinden de grup geliyordu. Onlar bir araçla topluca gelirlerdi.
Çoğu zaman o grupların içine etraftan öğrenilen, tek başına yaşayan yaşlılar da katılırdı.
Gelen misafirlerin hiç birini tanımazdık. Muhtemelen onlarda birbirlerini tanımazdı.
Yemeklerden sonra herkes dost olmuş gülüşerek ayrılırdı evden.
Anânem ve büyükbabam yemekleri kendileri yaparlardı.
Onlar ki Aşçı Recep denilen Balıkesir’in en eski aşçılarından birinin kızı ve damadı.
Büyükdedem soyadını da Aşeri diye almış zaten.
Büyük çarşı yangınına kadar av hayvanları yemekleri yapan bir lokanta işletmiş
Savaşlardan dönünce açmışmış lokantayı.
Anânemin annesi küçükken vefat etmiş. Çocuğu küçük, kendi de zamanının çoğunu iş yerinde geçiriyor. Komşuların elinde kalmasın istemiş. Büyükdede aşçı Recep, büyükbabamın halasıyla evlenmiş.
Büyükbabam da öksüz, yetim, halasıyla yaşayan bir çocukmuş. O da gelmiş eve.
Erkek çocuk, küçük bir oğlan. Aşçı Recep efendi yanına almış kol kanat germiş.
Yetiştirmiş onu da yanında. Çırak Basri, Aşçı Basri olmuş. Gönlü de hep çiçeklerden yana, Çiçek doktoru Aşçı Basri demiş kendine. Aşçı Recep bir gün -Kızıma iyi bak. diye evlendirmiş ikisini. Her şey iyiymiş güzelmiş ilkin. Bir gün hareketsiz kalakalmış anânem. -Belim çıt dedi bir daha düzelmedi diyor.
Gitmedikleri doktor, baktırmadıkları yer kalmamış.
–O yıllarda dört kişi böyle olmuştu iki erkek öldü biz iki kadın yaşadık. Benim kulağım sağır öbür kadın eğik kaldık diye anlatmıştı. Yıllarca yatağa bağımlı yaşamak zorunda kalmış.
Bir divanda günlerce yatarmış. Sıkıldığında çarşaf içinde, yan pencere önündeki divana geçirirlermiş.
-O zaman o kadar acı çekerdim ki, bir daha değiştirmiycem yerimi diye ağlar bir ay kadar sonra hadi gene değişelim sıkıldım derdim. Diye anlatırdı.
O günlerde komşulardan biri kapının yanında büyükbabamın gelişini gözlemiş, yoluna çıkmış.
–Bu kadından sana hayır yok gel sana genç birini alalım hem buna baksın hem sana demiş..
Anâneme diyorlarmış zaman zaman- bırak bu adamı evlendirelim diye
O gün konuşmaları duyunca ağlamaya başlamış. Ve birden büyükbabamın sesini duymuş.
-Küfrederek kovdu kadını. -Bir daha gelme evime dedi. -Ben ağlarım o bağırır dışarlarda herkese… Ben ağlarım ama bir yandan da sevinirim benden yana oldu diye…
Geldi yanıma –Seni kimseler üzemez. Sen iyileşeceksin ben seni gezdireceğim. Bu yattıklarının acısını çıkartacaksın. Sana dünyayı gezdireceğim. Demiş.
–Çok para harcadın, çok altın gidiyor, bırak adamı diyorlar.
–Onlar benim değil senin altınların gerekirse hepsi gidecek. Çaren nerdeyse bulacağız ve ben seni bırakmayacağım. Yeter ki iste ve inan. Demiş büyükbabam. Gerçekten yurt içi ve dışı tüm olanaklar kullanılmış. İyileşmiş. Ve büyükbabam sözünü tutmuş. Biz onları hep gezerken gördük.
9 yıl hiç kıpırdamadan yatan karısını 9 ay aynı yerde tutmadı. Hep birlikte gezdiler.
Türkiye’de dağ köyleri dahil her yere gittiler. Kendi arabalarıyla gitmedikleri bir yer kalmadı.
Gittikleri her yerde dostlar edindiler. Her bayram iki kanatlı camlı kapının tüm yüzeyi kartpostallarla dolardı.
Dünyada istedikleri halde gidemedikleri bir Afrika kaldığını söylüyorlardı.
Onlar hep gezdiler. Sadece hangi mevsim olursa olsun Ramazan ayında Balıkesir’deki evlerinde kaldılar. Kapılarını her gün açık tuttular.
Çok yaşlanıp yemek davetleri veremedikleri zaman bile kapılarını açık tuttular.
–Belki birisi yoldan gelir diye hep yemekleri oldu.
İftar saatine yakın saatlerde yol üstü evlerinin kapısında bekletirlerdi bizi.
Eğer evine geç kalmış biri olursa davet etme görevimiz vardı.
Kimse o yoldan, o evin önünden ramazan günü, iftar vakti geçip gitmemeliydi.
Büyük dedemiz onlara öyle öğretmiş. O zamanın pek çok büyüğünün öğrettiği gibi…
Benim anne tarafımda, baba tarafımda kendi yaşıtları gibi güzel insanlardı.
Dua etmeyi de eğlenmeyi de bilir, birbirine karıştırmazlardı.
Gerçek inananlar, saf, temiz düşünceli bir kuşak geçti gitti.
Ben ve yaşıtlarımın çoğu yaşadı bu güzellikleri. Herkes kendi evinde kendi büyükleriyle…
***
Balıkesir’de anneannem ve büyükbabamlarla,
Korucu’da değirmende babannem ve dedemlerle her ramazan güzeldi.
İftar kadar sahur da özeldi.
Babannemin maşınga üzerinde pişirdiği el açması börekleri, ocak içindeki mavili beyazlı çaydanlıktaki çayın kokusunu, dedemin ıhlamurlarını, ceviz, badem kırıp elleriyle yedirmesini,
Büyük halamın bahçe içindeki sedirinde ot yastıklara dayanıp ayaklarımızı uzattığımız, -Orucuz biz diye nazlanmalarımızı, patates biber kızartmasının üzerinde sarımsaklı yoğurtla taze soğan, sarımsak yemenin güzelliğini yaşadım ben.
Kışın sahura kaldırmazlar diye ışıkla ayaklanıp soba kenarına kıvrılıp bekler, büyükbabaların evindeysek uyuma numarası yapardık. Manilerle sahura kaldırılmanın keyfini çıkarır, ellerine tepsi alıp davul niyetine çalıp mani söylesinler diye bekleşirdik;
Paşa cami penceresi
Yan açılır çerçevesi
Davulcuyu dinler iken
Yandı pilav tenceresi
Elim olsun elim olsun
Verdiğin yazma kalın olsun
Ucunda da 15 lira
Bahşişinde bağlı olsun
Şerbetim var ezilecek
Ak tülbentten süzülecek
Bahşişimi çabuk verin
Çok yerim var gezilecek
Artık pilav teflon tavalarda kolay kolay yanmıyor, sahura kadar uyanık kalıp börek pişiren yok.
Şerbetlerde hazır şişelerde ama evde yapmanın da tadı başka.
Gerçi şimdilerde de çoğumuz yasaklıyız, dışarıdan gül toplamak, gelincik bulmak zor.
Olur da bulursanız hemen dipteki siyah kısımları çıkarıp şekerle eziverin.
Gül yaprakları da koyun içine. Üstüne içme suyu ekleyip bekletin rengi kokusu çıksın.
Süzüp biraz da şekerle tatlandırın ohhhh misss … Şifa olsun. Sağlıkla Kalın..
Sizin kadar kalabalik bir aile değildik ama,çok iftar verir çok iftarada giderdik.Sahurda yapilan yufka böreği ve üzüm hoşafinin kokusu hep burnumdadir.Şimdi onlarin anilariyla yaşiyoruz.Sağolasin yine bizi geçmişe götürdün.
Eskiden herkes ne der sofra takımın evim uyumlu diye düşünmeden dostlarla birlikte olmayı düşünürmüş heralde bolca iftar davetleri olurdu Sahura değil ama salgından sonra buyrun börek de üzüm hoşafı da olur :) sadece anılarda kalmasın erişebilecek durumdayız henüz Emel hocam :)