Değerli dostum Fazlı Kamalı bey telefon ile davet edince, soluğu dün akşamüstü Edremit-Güre’de aldım. “İçimizdeki Masum/Sabahattin Ali Anma Günü” etkinliğini baştan sona büyük bir ilgi ve dikkatli bir şekilde dinledim. Toplantı biraz geç başladı. Bütün detayların büyük bir özen ile hazırlandığı bir etkinlikte beklenilen önemli konuk Edremit Belediye Başkanı gelmeyince sanki biraz burukluk oldu. Önemli konuklar için önde hazırlanan dört koltuğa oturan CHP’li iki meclis üyesi, kılık kıyafetlerine ve genel görünümlerine baktığınızda sanki okey masasından yeni kalkmış gibiydiler… Siz oraya makamı temsil ederek geliyorsanız, biraz özenli olacaksınız. Saç baş dağınık, umursamaz tavır içinde olmalar… Orada yer alan dinleyicilerin hepsi son derece şık ve zarif giyinerek gelmiş insanlardı. Fazlı bey beni çağırdığında ben bile önden gidip kendime bir iki şey aldım ve giyinmesini bilmeyen bir kişi olarak dikkat ettim kendime.. Sizler çok daha dikkatli ve özenli olacaksınız…
“İçimizdeki Masum” Sabahattin Ali’yi en iyi anlatan adeta o kocaman yürekli insanın iki kelimeyle resmini ortaya koyan müthiş bir betimleme, tasvir ya da anlatım… Bu betimlemenin sahibi İlknur Kamalı hocamız… İlknur hocamız programının hem emekçisi hem sunucusu hem yöneteni olunca kendisiyle birkaç dakika da olsa bir oturup sohbet etme olanağım olmadı. Olsaydı, hocamıza Michael Haneke’nin “White Ribbon- Beyaz Kurdele” filmini mi izlediniz de oradan mı esinlendiniz hocam diyecektim… HANEKE’NİN, genelde filmlerinde sorduğu ve yanıtını aradığı soru şudur: Toplu katliamların arkasındaki sorumlulukların mahiyeti kapsamında bu olayların sorumlusu olarak tek tek bireyleri mi, yoksa bunu yaratan bir ortamı mı yargılayacağız… Soru bu…
Berna hocamız, Sabahaddin Ali’nin duygu dünyası üzerinden insancıl yönünü anlattı. Elif hocamız devrimci yönünü anlattı. O cümleyi söyleyecek diye çok bekledim ama hocamız orada yutkundu, söyleyemedi. Mehmet Narlı hocamız daha çok soru sordu. Sorduğu soruların çoğunluğunda yanıtı hep bilerek eksik bıraktı. Sanırım dinleyicilerin düşünmesini istedi. Tuğla kalınlığında Sabahaddin Ali incelemesi yapılmış bir kitabı gösterdi. Ve devam etti. Bu kapsamlı çalışmayı karşı mahalle yaptı. Aslında bu cümle de çok önemliydi. Biz genelde duygusal bir millet olduğumuzdan sorumluluktan kaçınmak için cambaza bakmayı seviyoruz. İktidar ve çevresinin abuk çubuk cümleleri dışında kendi edebiyatını, kendi düşünce yapısını ortaya koyan dolayısıyla kendini geliştirerek merkez sağda kök salmak ve orasını kendi evi yapmak isteyen dolayısıyla muhafazakar edebiyat ve kültür yaratmak isteyen bir çalışma var ve bu çalışmayı da onlar yaptı, diyor…
Sabahattin Ali, çocukluğuna gidildiğinde sokakta güzelliği nedeniyle kadınlarca “sabah yıldızı” diye sevilirken, evde kekeme kardeşine olan sevgisiyle annesi tarafından hep itilip kakılan bir çocuk… Bu nedenle anne üzerinden kaynaklanan müthiş bir sevgisizlik içinde… Babasına yönelmesi ve onu sevmesi ve ona tutunarak büyümeye çalışması… Babasının Ayvalık’ta ölmesi onun duygu dünyasını derinden sarsıyor.
Sabahattin Ali’de yok yok… Yazım ustası… Hikayeci yönü, öyküleri, romanı ve şiirleri… Eli nereye değdiyse ortaya muhteşem eserler çıkmış… Sabahattin Ali yaşamı coşkuyla aşkla yaşayan bir kişi.. Belediye başkan yardımcısı kısa konuşmasında Sabahattin Ali’yi 68 kuşağının öncüsü olarak ve yine ülkemizde ki Marksist düşüncenin ilk kuramcılarındandır, diyerek tanımladı. İkisine de katılırım ancak yeterli bulmam….
Aşkla dünyaya bakan insanlar genelde duygusal olurlar ve duygularıyla yaşarlar. Duygu ile yaşadığınızda düşüncelerinizi yazmaktan çekinmezsiniz. Yazmak o duygu selinin dışa vurumudur. Yazmadığınız da içinizi parçalar… Konya’da öğretmenlik yaparken dostları arasındayken okuduğu bir şiir ile hayatı bütünüyle değişir. Kendini şikayet eden ve öncesiyle ve sonrasıyla peşini bir türlü bırakmayan Nihal Atsız ile başlayan bu süreç sonunda büyük bir komplo sonucu hazırlanan ancak vurucu darbenin basit bir şekilde olmasıyla ortada soru işaretleriyle bırakılmış bir trajediyle biter.. Bu haliyle ölüm şekli sanki Şemsi Denizer olayına çok benziyor gibi gelmiştir, bana…
Sabahattin Ali, Atatürk’ü ve Atatürk’ün A kadrosunu eleştirmiş bir insandır. Kendisini hapse götüren şiiridir… Hapisten 1933 yılında 10. yıl affıyla çıkar. Ancak sicili bozulduğundan mesleğine dönemez. Biat etmesi istenir. Ortada bir ailesi vardır..
Biat eder ve bu şiiri yazar…
“Sensin,
kalbim değildir,
böyle göğsümde vuran
sensin
“Ülkü” adıyla beynimde dimdik duran
sensin çeyrek asırlık günlerimi dolduran
seni çıkarsam ömrüm başlamadan bitiyor.”
Sonrada şiir yazmayı bırakır…
Hikaye, öykü ve roman yazmaya başlar. O günkü Türkiye’nin toplumsal sorunlarının en gerçekçi ve en yalın bir şekilde filmini çekerek yazarken, köylü-aydın kopukluğunu da önümüze muhteşem bir şekilde koyar. Üreten köylünün hakir görülmesinin toplum nezdinde ki karşılığı olarak ortaya çıkan vurdumduymazlık tavrı onun en büyük acısıdır. O acıdır ki ona o muhteşem satırları yazdıran… Almanya’da tanıştığı ve yaşamının merkezine koyduğu Marksist düşünce de onun diyalektik düşünmesini sağlamış ve vurucu cümleleriyle insanların düşün dünyasını etkilemiş ve yönetmiştir. Sakin yapısı da onun masumiyeti olmuştur. Okuyucusu yaşarken de çok fazla olmuştur. Nihal Atsız üzerinden yaratılan gerginlikten Türk gençliğinin bölünmesinin faturası da Sabahattin Ali’ye çıkartılacaktır. O yıllar da ne yazık ki bu projeler bir bütünlük içinde emperyalizm üzerinden yürütülmüş ve CHP iktidarı buna karşı bir çözüm yolu ortaya koyamamıştır. Koyamadığı gibi bu süreçten faydalanmak istemiştir. Bu daha da büyük bir yanlıştır. Ve sonuçta Atatürkçü gençlik hayali bu proje sonunda sonlandırılmıştır.
Ülkemizde neredeyse her evde var olan “Kürk Mantolu Madonna” kitabı dikkatli okunduğunda kitabın içine antisemitizmin çok dikkatli bir biçimde yerleştirildiği dikkatli okurun gözünden kaçmayacaktır. 1941 yılında yayınlandığı düşünülürse Sabahattin Ali’nin tahlil gücünün de üst seviyede olduğu ve gerçekçilik ilkesine namuslu aydın duruşuyla çok önemli katkı yaptığı da görülecektir.
“Kürk Mantolu Madonna” kitabının evlenmeden önce okunması zorunlu hale getirilmeli diye düşünüyorum.. Yine liselerde zorunlu ders olarak bir yıl içinde her satırı tartışılarak okutulmalı… Aşkın, dostluğun, kadın erkek ilişkisinin en güzel tanımlamalarını bu kitapta görüyorsunuz….
“Dünya’da sizden, yani bütün erkeklerden niçin bu kadar çok nefret ediyorum biliyor musunuz? Sırf böyle en tabii haklarıymış gibi insandan birçok şeyler istedikleri için… Beni yanlış anlamayın, bu taleplerin muhakkak söz haline gelmesi şart değil… Erkeklerin öyle bakışları, öyle gülüşleri, ellerini kaldırışları hülasa kadınlara öyle bir muamele edişleri var ki… Kendilerine ne kadar fazla ve ne kadar aptalca güvendiklerini fark etmemek için kör olmak lazım…Herhangi bir şekilde talepleri reddedildiği zaman düştükleri şaşkınlığı görmek, küstahça gururlarını anlamak için kafidir. Kendilerini daime bir avcı, bizi zavallı bir av olarak düşünmekten asla vazgeçmiyorlar. Bizim vazifemiz sadece tabi olmak, itaat etmek istenilen şeyleri vermek. Biz isteyemeyiz, kendiliğimizden bir şey vermeyiz. Ben bu ahmakça ve küstahça erkek gururundan tiksiniyorum. Anlıyor musunuz? Sizinle, bunun için dost olabileceğimizi zannediyorum. Çünkü halinizde o manasız kendine güvenme yok. Fakat bilmem.. Ne kuzuların ağzından vahşi kurt dişlerinin çıktığını gördüm.”
“Bir dakika: Hala isminizi bilmiyorum!..
-Raif!
-Raif mi? Bu kadarcık mı?
-Hatip zade Raif!
-A, imkanı yok.. Ne aklımda tutabilirim, ne de söyleyebilirim! Sadece Raif! desem olmaz mı?
-Daha memnun olurum!
-Siz de bana sadece Maria diyebilirsiniz…”
Sırça Köşk kitabında ise İnönü’nün tek adamlığı döneminde içinde herkesin daha çok da sağın yer aldığı CHP dönemini yerden yere vurur. 1946-1950 arası CHP’nin sona giden yani bitişe giden iktidarında dergisi belirleyici rol oynar. Aziz Nesin burada takma isimle çok ağır yazılar yazar. İnönü iktidarı nefes alamaz. Sabahattin Ali’nin, bu kadar ismi önde olan dönem solcusu varken, sakin ve aşk ile dünyaya bakan o mütevazi duruşuyla öldürülmesi herkesi şaşırtsa da sonrasında elde edilen sonuçlar dikkate alındığında öldürülmesi kanımca müthiş bir CIA-MOSSAD projesidir. O yıllara ve sonraki yıllara damgasını vuran müthiş bir projedir. Yukarıda da belirttiğim üzere olayın basit bir milliyetçi söylem üzerinden olduğunu göstererek kapatmışlardır. Aynen 4 Aralık 1946 yılında olan Tan baskını olayı da böyledir. O baskında Sabahattin Ali’nin de matbaası basılır ve yerle bir edilir. Olaydan sonra olayın mağdurlarının suçlanması ve tutuklanması tam anlamıyla bir kara mizahtır… Sabahattin Ali’nin öldürülmesiyle CHP hem bir anlamda en ciddi muhalefet eden bir yapıdan kurtulur. Kurtulmakla kalmaz, sol ile yollarını ayırır. Sol mecburen Demokrat Partiye gider. CHP iktidarı diğer yandan bu olay nedeniyle dış dünya da üzerinde oluşacak baskıları azaltmak adına daha yıl bitmeden 12 Aralık 1948’de, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa ve Türkiye temsilcilerinden oluşan “Filistin Uzlaştırma Komisyonu” kuruluşunda yer alır. 28 Mart 1949 yılında da İsrail devletini tanıyan ilk Müslüman ülke Türkiye olur… Ali Nesin, babası Aziz Nesin’in Sabahaddin Ali ile olan mektuplarını kamuoyu ile paylaşmalıdır. Bu ülke yani ülkemiz her noktasıyla bir oyun ülkesidir. Meselelere duygu ile baktığınızda hiçbir sorununuzu bilinç ile çözemezseniz. Sürece her daim linç kültürü müdahil olur. Ülkemizin çıkmaz sokağı ya da aydınlar üzerinde ki en büyük baskı da budur dersek yalan söylememiş oluruz… Velhasıl Sabahaddin Ali’nin ölümünden herkes beslendiğinden kimse olayın üzerine gitmeyi bırakın elini bile süremedi… Öyle ortada kaldı… Mezarı olmayan Sabahattin Ali… Dünyaya sığamayan Sabahattin Ali, “İçimizdeki Masum” oldu ve hepimizin içine sığdı… Toplantı da bu konunun etrafında dolaştık ancak adını söyleyemedik. Bilmiyorum, belediye başkanı gelseydi İlknur hocam söyletmeye yönelik olarak buna bir şekilde zemin hazırlar mıydı… Çünkü çok cesur bir kadın… Şimdilik başkan gönderdiği mesaj ile yaşadığı evini müze yapacağını söyledi..
Edremitliler çok şanslı, ellerinde devrimci bir yürek İlknur Kamalı var. Üç yıldır, Edremit’te bu etkinliği yapıyor. Bu yıl etkinliğe “İçimizdeki Masum” betimlemesiyle damgasını vurdu. Satır aralarını müthiş doldurdu. Ses tonunda ki etkileyiciliğini öyle güzel kullandı ki okuması yazması olana bile hiç zorlanmadan Sabahattin Ali’yi orada olsaydılar, anlatır ve aklına sokardı. Program çok zengindi. Yine edebiyat öğretmenimiz gitar eşliğinde Sabahattin Ali şiirlerini müthiş güzel okudu. Dördünü sayfamda paylaştım. Sergi çok güzeldi. Sabahattin Ali’nin ilk baskısı olan Kürk Mantolu Madonna kitabının imzalı olanının fiyatı bugünlerde 18 bin lira civarındaymış…
Bu yıl Sabahattin Ali 71. ölüm yıl dönümünde anıldı. Kızı Filiz Ali ise bu arada bir çığlık attı ama kimsenin dikkatini çekmedi. Artık her yayınevi Sabahattin Ali’nin kitaplarını telif hakkını vermeden basabilecek. Dolayısıyla piyasaya çok kötü düzenlenmiş Sabahattin Ali kitapları da sürülecek.. Ve bundan dolayı kimse suçlanmayacak… Fiyatı çok ucuz olacağından yok satacak…
CHP özür dilemelidir…
Bazen o niçini düşünmemek gerekir…
Kitaplarını alan okuyucu hiç olmazsa kitaplarını anlayarak okumaya önem vermelidir… Öğretmenlerimiz Sabahattin Ali kitaplarını öğrencilerinin okuması konusuna ayrı bir önem vermelidir…
Yazımı İlknur hocamın bir makalesinden aldığım bir alıntıyla bitiriyorum…
“Bereket, arada bir, elli yılda, yüz yılda bir ortaya çıkan bir şair, bir bilge, bir politikacı insanlara birtakım düşünce hapları, birtakım güzellik formülleri, birtakım yaşama reçeteleri sunuyorlardı da insanlar bu haplar, bu formüller, bu reçeteler, bu muskalar yüzü suyuna daha bir yüzyıl yaşayabiliyorlardı.” (Birsel 2012: 25)
Sabahattin Ali hep yaşayacak…
Sevgi ve saygılarımla… Vecdi Yılmaz….